GİRİŞ;
Silahlı mücadele kimileri için miadını doldurmuş bir
nostalji olmanın ötesinde bir anlam ifade etmezken, Marksizmi ve Leninizm’i
savunan, halkın iktidarını savunanlar için ise hala umut olmaya devam ediyor.
Burjuvazinin ve burjuva ideolojisinin etkisi altındaki
kesimlerin saldırı oklarını en fazla yönelttikleri alan silahlı mücadeledir.
Burjuvazinin saldırılarının nedeni, silahlı mücadelenin dünyayı yeniden yaratma
gücüne sahip olan tek mücadele biçimi olmasıdır. Silahlı mücadelenin, kendi
iktidarlarının sonunu getirecek tek yöntem olduğunu bilen sömürücü egemen
sınıflar, bütün ideolojik saldırılarını silahlı mücadeleye yöneltiyorlar.
Amerikan emperyalizminin DHKP-C değerlendirmesinde
"Silahlı bir Marksist-Leninist örgütün yeniden
gelişmesine ne pahasına olursa olsun asla izin vermeyeceğiz" demesinin
nedeni, devrimci politikalarla birleşen silahlı mücadelenin iktidarlarına son
verebilecek olan biricik yöntem olduğunu bilmelerindendir.
İşte gerçek anlamda devrimciliğin kendini gösterdiği alan da
burasıdır. Çünkü devrimcilik, halkın iktidarını kurmaktır. Halkın iktidarı
nasıl kurulacaktır?
Tarihin ve bilimin yasalarının gösterdiği odur ki, bir
sınıfın kendi iktidarını kurabilmesi için diğer sınıfın egemenliğine son
vermesi gerekir. Ve bunun biricik yolu şiddettir, silahlı mücadeledir. Dünyada
zora, silahlı mücadeleye başvurmadan gerçekleşen bir devrim örneği yoktur.
Reformizm sınıfsal konumu ve karakteri gereği her dönem
silahlı mücadelenin karşısında yer almış, silahlı mücadeleyi
"provokasyon" olarak nitelemiş, kimi zaman da "her türlü şiddete
karşı olmak" adına silahlı mücadelenin karşısında yer almıştır. Reformizme
bir de emperyalizmin ideolojik saldırılarından etkilenen, burjuva ideolojisinin
etkisi altına girenler eklenmişlerdir. Bu kesimler birçok biçimiyle silahlı
mücadeleyi reddediyorlar. Burjuvazi de bu kesimleri destekliyor. Zaten
burjuvazinin ideolojik egemenliği altında yürütüyorlar bu saldırıları.
Reformizm devrime, silahlı savaşa gerek olmadığını, halkın
seçimlerle, parlamenter yollarla iktidara gelebileceğini savunuyor. Oysa
Şili'de Allende deneyiminden günümüze birçok sefer kanıtlanmıştır ki,
parlamenter yollardan iktidarın ele geçirilmesi, bir devrimin gerçekleşebilmesi
mümkün değildir. Yasal yollardan kimi sol görünümlü düzeniçi partiler hükümet
olabilirler, bunun örnekleri de vardır ancak bu onları iktidar yapmaz. İktidar
olmak demek sınıfsal egemenliğe sahip olmak demektir. Yani siyasal, ekonomik,
askeri ve ideolojik egemenlik araçlarının bütününü ele geçirmek, karşıt sınıfın
egemenliğine son vermek demektir. Oysa reformist düzeniçi partilerin hiçbirisi,
hükümet olmalarına rağmen burjuvazinin egemenliğine son vermemişlerdir. Aksine
hükümetleri döneminde halka karşı birçok yasayı da onaylamışlardır.
Burjuvazi bu kesimleri iki biçimiyle kullanmaktadır.
Birincisi halkların öfkesini düzeniçinde tutmak, devrimcileşmesini, silahlı
radikal bir devrim hareketine dönüşmesini engellemek, ikincisi ise bu
iktidarlar ile halkın öfkesini yatıştırarak ihtiyaç duydukları yasaları bir bir
çıkarmak. Ancak tarihin yasaları vardır, savaşın yasaları vardır. Bu yasalar
zorunluluklarla belirlenir. Bu zorunluluklar ne burjuvazinin ne de düzeniçi
uzlaşmacı, teslimiyetçi kesimlerin engelleyebilecekleri, yok sayabilecekleri
bir durum değildir. Günümüzde Marksist- Leninist örgüt neredeyse kalmamıştır.
Ancak bu durum geçicidir. Emperyalizmin sömürü ve zoru halkları sonsuza kadar
sindiremez. Marksizm-Leninizm tek doğru ideolojidir ve nehrin akışı gibi kendi
yolunu yapmasını ve ulaşması gereken hedefe ulaşmasını bilecektir. Bugün
dünyada silahlı mücadeleyi savunan tek Marksist-Leninist örgüt olmanın onurunu,
haklı gururunu ve yalnızlığını yaşıyoruz. Evet, dünyada tek başımıza
Marksizm-Leninizmi savunmaya devam ediyoruz ve bunun için de ağır bedeller
ödüyoruz. Tek başımıza silahlı mücadeleyi savunmaya devam ediyoruz ve bunun
bedellerini ödüyoruz. Tek başımıza emperyalizmin egemenliğine son vermeyi
hedeflemeye devam ederken, emperyalizmin celladı olacağımızı haykırıyoruz.
Binlerce gerilla gücüne sahip örgütler silahlarını betona gömerken, heykeller
yapılması için demirhanelerde eritmeye gönderirken, biz bombalarla yerle bir
edilen sığınaklardan çıkardığımız silahlarla savaşmaya devam ediyoruz. Bu gücü
nereden alıyoruz? Biz bu gücü Marksist-Leninist ideolojimizden, halka olan bağlılığımızdan,
emperyalizme olan öfkemizden, tarihsel ve siyasal haklılığımızdan alıyoruz. Bu
güçle savaşmaya devam ediyoruz. Bu güçle bulunduğumuz her alanda halkı
örgütleme ve savaştırma iddiamızı devam ettiriyoruz. Tarihimizin hiçbir
aşamasında emperyalizmin ve oligarşinin saldırıları karşısında boyun eğmedik,
ideolojik ve siyasal bir yenilgi yaşamadık. İdeolojik bağımsızlığımızı ve
netliğimizi en zor koşullarda korumaya devam ettik. İşte bu nedenle günümüzde
silahlı mücadeleyi tek başımıza da olsa devam ettirme iradesine sahibiz.
Bu iradenin mimarları Kızıldere'den günümüze, başta
önderlerimiz Mahir Çayan ve Dursun Karataş olmak üzere, savaşan, savaşı
örgütleyen, dünyanın en güçlü değer ve geleneklerini yaratan bütün
şehitlerimizdir.
Onlar bize her koşul ve şart altında teslim olmamayı, boyun
eğmemeyi ve savaşabilmeyi öğrettiler.
Şehitlerimize olan bağlılığımızla, değer ve geleneklerimize
olan bağlılığımızla, halkımıza ve vatanımıza olan sevgimizle tek başımıza da
olsak savaşmaya devam edecek, umudu Anadolu topraklarından dünya halklarına
yayacağız.
Devrimci Şiddet Silahlı Mücadele Kitabını İndirmek İçin Tıklayınız
