Kitap Adı: Umudun
Gücü
Yazar Adı: Hüseyin
Kütük
Yayınevi: ROMAN
Basım Tarihi: Boran
Yayınevi
Kitabını
İndirmek İçin Tıklayınız
Halkın Sesi
Kütüphanesi İçin Tıklayınız
Önsöz
“Bir kalp
şiddetle yanmazsa, onda pis yağ birikir”
(Gorki)
Nazım Hikmet
ustamızın “Kuvayı Milliye Destanı”nda halk gerçeğine vurgu yaptığı “ONLAR”
şiiriyle başladığı bilinir:
“Onlar ki
toprakta karınca,
suda balık
havada kuş
kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki
onlardır
destanımızda
yanlız onların maceraları vardır”
Sevgili Hüseyin
Kütük’ün macerasını anlattığı halk çocuğu Emre de ONLAR’dan biridir. Yerine
göre korkaktır, yerine göre cahil, cesur ve hâkim olan halk çocuklarından
birisidir. Emre’nin macerasını okudukça, düzenin halk çocuklarına ne yaptığını
da göreceksiniz.
Halk
değerlerinin ve devrimci kültürün kapitalist yabancılaşma ve yozlaşmaya karşı
nasıl bir direniş mevziisi olduğunu da. Kapitalizmin halk çocuklarının
kişiliğini parçalayıp geleceğini yok ederken devrimciliği kuşanan Emre’nin
kendisini kavganın içinde yeniden nasıl yarattığının macerasına da eşlik
edeceksiniz.
Düşünür Jean
Paul Sartre, “Özgürlük” diyordu “size yapılanlara karşı takındığınız tavırda
gizlidir.” Soralım o zaman: Kapitalizm
bize ne yapıyor? Adına ideoloji denilen görünmez elleriyle, bizi yaşadığımız
çağa, içinde olduğumuz halka nasıl yabancılaştırıyor? Burjuva ideolojisi
milyonlarca halktan insana ne yapıyor?
Ücretli
köleliğe itiraz edemeyen, hakkının çalınışına bile karşı çıkamayan bunca insanı
nasıl bu hale getiriyorlar?
Ev, iş arası
gidip gelirken ya da işsizlik sarmalında boğulurken, kaderine küfretmekten,
kaderine kahretmekten başka bir şey yapamaz hale nasıl getiriliyor bunca insan?
Çeteleşerek
kendilerine ve halka zarar verecek kadar gözü dönmüş hale nasıl getiriliyor
bunca halk çocuğu? Bu çocukları kim uyuşturucu müptelası yapıyor? Niye
hayatlarının baharında intihar ediyor gençler?
Bütün bu
soruların cevapları için Emre’nin macerasına çağırıyor bizi sevgili Hüseyin.
Her şeyin
metalaştırıldığı kapitalist düzende duygular da cinsellik de bundan uzak
kalmıyor. Özgürce sevebilmek için, sevdayı da özgürleştirmek gerektirdiğini,
özgürlüğün ise düzenden uzaklaşmakla mümkün olduğunu Emre’nin macerası
üzerinden anlatıyor bize. İçimizden birini anlatıyor. Belki beni, belki seni,
belki kendisini ama şurası açık ki, halk çocuklarını anlatıyor.
Bu düzende
doğup büyüyen herkes gibi kapitalizmin imali olan insanlarız. Gözümüzü
açtığımız andan itibaren biyolojik ihtiyacımızı ana sütünden alırken, ideolojik
gıdamızı da burjuvazi sağlamaya başlıyor. Okulda, mahallede, evde, işyerinde,
orada, burada, her yerde teknolojinin mekânlarını kullanarak incelttiği
araçlarla insanın kendisiyle, toplumla kısaca hayatla kurduğu ilişkiyi
şekillendiriyor. Karşı çıkılmadığı sürece bunu zor araçlarıyla yapmıyor. Çünkü
çok daha güçlü ve görünmez bir silahı var. Öyle ki, milyonlarca ve milyonlarca
halktan insanın sömürü ve zulmün kaynağı olan bir avuç burjuva asalağa karşı
ayaklanmasını engelliyor. İşte bunu burjuva ideolojisiyle başarıyorlar.
Çocukluktan yetişkinliğe kadar, deyim yerindeyse insan unsurunun beynini
burjuvazinin çıkarlarına uygun olacak şekilde formatlıyorlar. Engels ustamız
buna “yanlış bilinç” diyordu. Ki Komünist Manifesto’dan bu yana, kavganın
diyalektiği “yanlış bilinç”in karşısına devrimci bilinci çıkartmıştır. İşte
ancak o zaman kendi omuzlarımız üzerinde kendi aklımızı taşıyoruz. Emre’nin
şahsında bunun nasıl mümkün olduğuna da tanık oluyoruz.
Nazım Hikmet’in
“ONLAR” şiirini nasıl bitirdiği de bilinir:
“Çok sözler
edildi onlara dair ve onlar için:
zincirlerinden
başka kaybedecekleri şeyleri yoktur, denildi.”
Var mıdır?
Emrelerle düzen
içindeki kendi halimize bakarak cevaplayalım: Zincirlerimizden başka kaybedecek
neyimiz var? Bitip tükenmeyen “geçim darlığı” denilen yoksulluğumuzdan,
işsizliğimizden, geleceksizliğimizden, ezginliğimizden başka neyimiz var? Elde
kalan kaderden, hayatın içinde büyüyen mutsuzluktan başka neyimiz var?
Kapitalizm bize, her birimize yani halka neyi reva görecek? Yok mu bütün
bunlardan kurtuluş?
“Var!” diyor
Hüseyin Kütük ve devrimi, devrimciliği, sevgiyi, özgürlüğü, kavgayı anlatıyor.
Antepli olan
Hüseyin, kitabını da Karayılan’a adamış. İsabetli bir tercih sayılır. Öyle ya,
Karayılanlar bu topraklarda hep vardı, varlar ve var olmaya devam edecekler.
Bir halk çocuğu
olan Karayılan’ın iki hali vardır. İlk hali, “Karayılan” olmazdan önceki
halidir. Nazım Hikmet bu hali şöyle anlatır:
“‘Karayılan’
olmazdan önce
umurunda
değildi Karayılan’ın
kıyamete dek
düşmana verseler Antep’i.
Çünkü onu
düşünmeğe alıştırmadılar.
Yaşadı toprakta
bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da
bir tarla sıçanı kadar”
‘Karayılan’
olmazdan öncesini böyle anlattığı bu halk çocuğunun nasıl dönüştüğünü estetik
bir biçimde sergileyen Nazım, Karayılan için yakılan halk türküsünü de
alıntılar:
“Karayılan der
ki: Harbe oturak Kilis yollarından kelle getirek nerde düşman varsa orda
bitirek vurun ha yiğitler namus günüdür”
Diyebiliriz ki
Emre’nin ‘Karayılan’ olmazdan önceki haliyle birlikte ‘Karayılan’ halini de
paylaşıyor bizimle Hüseyin Kütük.
Kitabını ‘Karayılan’a
adaması öylesine değil, anlıyoruz ki, bu topraklarda Karayılanlar tükenmez.
Bunu vurguluyor.
Bitirirken,
şunu da eklemesek de olmazdı:
Kızıldere’de
kuşatılan Mahirler’in ‘son’ türküsü de “Karayılan” olmuştur. Malum: Karayılan
öldü, Mahirler katledildi.
Ama
Karayılanlar ‘ibret al, deli gönlüm’ demeye, kavganın Mahirleri de “Kurtuluş
Kavgada” demeye devam ediyorlar.
İşte bu da
halkımızın kavga gerçekliğidir.
Ne mutlu
Karayılan olabilene…