Bir İsviçre Halk Cephelinin Kuyu Tipi Hapishanelerdeki Direnişçiler İçin Yazdığı Şiiri
Kör Kuyunun İçinde
Bir pencere var
ama pencere değil aslında,
duvara açılmış
bir mezar yarığı.
Demir parmaklık
üzerinde üç kat tel örgü,
gökyüzünü
süzen, güneşi küf gibi boğan.
Orada nefes
almak yaşamak değildir.
Orada nefes
almak ölümün yavaş adımlarıdır.
Kimi susar,
otuz yıl boyunca susar. Kitap yazar, şiir yazar, çıktığında “acının şairi”
olur.
Kimi de susmaz,
diliyle, yüreğiyle, tırnaklarıyla kazır duvarı. Şiiri, kendi kanıyla yazar ve
çığlığıyla yıkar paslı zinciri.
Ama yan hücrede
kırılan kemikler onun sessizliğinin içinde kırılır, açlığa yatırılan bedenler
onun kaleminin gölgesinde unutulur.
Ve sonra derler
ki: “Yazık ediyorlar kendilerine…”
Yazık olan,
çığlıkla değil,
sessizlikle
oyulan ruhtur.
Yazık olan,
çürümeyi hayatta kalmak sanmaktır.
Direniş ölümü
çağırmaz.
Direniş,
karanlığa atılan ilk taştır.
Kuyu ne kadar
derinse yankı o kadar gür çıkar.
Bir kapı
dövülürse taş duvarın kalbi çatlar.
Bir beden
açlığa yatırılırsa zincirlerin pası dökülür.
Ölmek kolay
değil elbet.
Ama asıl kolay
olan, sessiz kalıp çürümeyi şiire çevirmektir.
Zor olan,
kendini ateşe yatırıp başkasının sabahına bir kıvılcım bırakmaktır.
Zor olan,
Kahramanlık
değil,
insan kalmaktır
celladına rağmen.
Yüreğini bir
yumru gibi sıkmak, bir tohumu çatlatırcasına, taşın ortasında.
Kör kuyudan
güneş doğmaz.
Ama direnmek,
karanlığı yaran ilk ışıktır.
Ve her ışık,
her çatlak,
her yankı o
kuyunun duvarından bir taş söker.
Belki
görmeyeceksin günü, ama bir gün, o kuyu, o karanlık,
kendi çöküşünün
gürültüsüyle yıkılacak.