1 mayıs açıklamalar adana alibeyköy almanya altınşehir amed amerika anadolu anadolu alevi hareketi anadolu federasyonu anadolu kültür merkezi ankara antakya antalya antep anti-emperyalist cephe armutlu armutlu haber ataşehir avcılar avrupa avusturya bağcılar bahçelievler bakırköy basın emekçileri meclisi bayrampaşa belçika belgesel beşiktaş beykoz boğaziçi bulgaristan bursa cephe milisleri çağlayan çanakkale çayan çayan mahallesi çekmece çerkezköy dağevleri denizli dersim dev-genç devrimci alevi hareketi devrimci işçi hareketi dhkc dhkc gerilla direnişler diyarbakır doğançay duyurular dünya düzce elazığ emekli meclisi esenyurt eskişehir festival filistin filmler FOSEM Fransa galatasaray gazi Gebze gençlik gerilla giresun gözaltı grup yorum gülsuyu gülsuyu gülensu gündoğdu hacı ahmet Hacıahmet hacıhüsrev halk bahçesi halk cephesi halk meclisi halkın hukuk bürosu halkın mühendis mimarları hasan ferit gedik hasköy hatay hindistan hollanda Isparta idil halk tiyatrosu idil kültür merkezi ikitelli ingiltere İngiltere istanbul isveç isviçre İsviçre işçi meclisi italya izmir kadıköy kampanyalar kamu emekçileri cephesi karadeniz kartal kazova kazova bülten kınık kıraç kocaeli kore kurslar kuruçeşme küba küçükçekmece kültür sanat kütahya lubnan malatya maltepe Maraş mardin Mektuplarımızla Tecriti Kıralım mersin muğla Muharrem Karataş munzur nurtepe okmeydanı ortaköy ömürtepe örnektepe piknik Polonya radyo röportajlar sakarya samsun sanat meclisi sarıgazi sesli okuma Sevgi Erdoğan Vefa Evi siirt silivri silvan sinop spor suriye sümerler şiir şiirler şişli taksim tavır dergisi TAYAD tekirdağ tiyatro Tokat trabzon tuzla türkiye UTMP videolar wan yalova yenibosna yeşilkent yunanistan yürüyüş dergisi Zürich

Özgül Emre İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli'nin Emperyalizmi Yargıladığı Davanın 54. Duruşması Görüldü

Mayıs 2022 tarihinde Almanya'nın çeşitli şehirlerinde işkenceyle gözaltına alınıp tutuklanan 3 devrimci Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli'nin Düsseldorf Yüksek Eyalet Mahkemesinde 1 seneyi aşkındır faşist anti terör yasası 129b ile yargılanmak isteniyorlar. 20 Kasım 2024 tarihinde bu davanın 54.duruşması görüldü.

 

Davanın sonuna yaklaştığımız günlerde tutsaklar son sözlerine başladılar. İhsan Cibelik önceki duruşmalarda başlattığı savunmasını bu duruşmada tamamladı. Yine tutsaklık koşullarına, devrimcilik nedenlerine ve 1988'de başlayan devrimci hayatına değindi. Yaşadığı tutsaklıkları, ülkede çıkarıldığı mahkemelere değindi ve 2008 yılından beri yaşadığı Avrupa'da yaşadığı süreci ve yürüttüğü faaliyetleri anlattı.

 

İddia makamının çelişkili iddialarını çürüten İhsan Cibelik, son olarak tutuklama anına değindi. 'Beni kapımın önünde kelepçeleyen sivil polis memuru bana evinde silahlar var mı diye sordu. Evet var dedim. Size göstereceğim. Yukarıya çıktıktan sonra polisleri bir odaya yönlendirdim. Odada duvarda asılı olan bağlamalarım, gitarlarım, perküsyon aletlerim, CD'lerim, albümlerim vardı. İşte silahlarım bunlar dedim. İlginçtir bunların hiç biri binlerce sayfalık iddianamede yer bulmadı.

 

Halkın Sesi TV'de bütün dünyaya açık şekilde paylaşılan konserlerimizden 25 tanesini titizlikle seçip dosyaya almışlar. Peki diğerleri neden iddianameye alınmadı?

 

Mahkeme heyetine talepte bulunuyorum; İşte o odadaki enstrümanlarıma, o odama geri dönmek istiyorum. Sanatıma, yoldaşlarıma geri dönmek istiyorum. Ve son olarak diyorum ki DEVRİMCİLİK YAPMAK SUÇ DEĞİL GÖREVDİR!'

 

İhsan Cibelik'in savunması kitle tarafından alkışlandı ve ardından duruşmaya ara verildi. Arada Özgül Emre savunması için son hazırlıklarını yaptı. Aradan sonra savunmasına şu sözlerle başladı;

 

'Öncelikle direnen dünya halklarını selamlayarak başlamak istiyorum. Selam olsun dünyanın dört bir yanında emperyalizme, faşizme ve açlığa direnen dünya halklarına. Bütün dünya halkları din, dil, renk, ırk farketmeksizin kardeştir. Burada bizi destekleyen avukatlarımıza ve tercümanlarımıza teşekkür etmek istiyorum. Onların bu davada büyük emekleri olmuştur.

 

Rohrbach hapishanesinde geçen günlerimde beni kar kış demeden yalnız bırakmayıp hapishanenin önüne gelen, direnişime ses olmak için çoluk çocuğuyla gelen ailelerime ve çocuklarımıza teşekkür ediyorum.

 

Yine kar kış demeden çadır kurup açlıklarıyla bizim direnişime destek olan genç devrimcilere teşekkür ederim.

 

Bizimle dayanışma içinde oldukları için dava açılan alman antifaşist arkadaşlara teşekkür ediyorum.

 

Tüm engellemelere, sorunlara, tehditlere ve oluşabilecek tehlikelere rağmen bu salonu hiç boş bırakmayan antifaşist alman arkadaşlarımıza ve halkımıza teşekkür ediyorum.

 

Güncel konulara gelelim. ABD'de bir seçim gerçekleşti ve bu seçimde Trump kazandı. Yakında beyaz saraya girecek. Ancak bizim için, emekçi dünya halkları için değişen hiç bir şey olmayacak. Büyük Orta Doğu Projesi yine aynı şekilde devam edecektir. Ama Alman emperyalizmi için çok şey değişecektir.

 

Diyorlar ki ABD ve Avrupa maviye boyanıyor. Bunu derken AfD logosunun rengini kastediyorlar. Almanya'da AfD ile birlikte ABD, Hollanda, Belçika'dan da bahsediyorlar. Yani faşizmin uluslararası yükselişini kastediyorlar. Buna itiraz ediyorum. Bütün renkler gibi mavi de bize, yani halka aittir. Bu bölgeler maviye değil, faşizme boyanıyor. Bizim bu davamız nasıl ki dünyadaki politik gelişmelerin bir parçasıysa, sonucu da bunlardan bağımsız olmayacaktır. Ama bu konuya daha sonra tekrar geleceğim. Şimdilik savunmama devam edeceğim.'

 

Savunmaya bu şekilde giriş yapan Özgül Emre daha sonra yaşadığı tecrit koşullarını anlattı. Tecrit'in kelime anlamını, tarihsel geçmişini anlattı. Hapis cezasının burjuvaziye ait bir cezalandırma yöntemi olduğunu, burjuva devrimlerinden önce bu tarz cezaların olmadığı, daha çok şiddet cezaların mevcut olduğunu anlattı. Cezalandırma yönteminin ise özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla başladığını söyledi. Tecritin tamamıyla Alman emperyalizmin patentli bir yöntemi olduğuna vurgu yaptı. İşte bu Alman patentli tecrit hücrelerinde geçen 10 aylık ağır izolasyon koşullarına böyle giriş yaptı;

 

'2,5 yıldır tutukluyum. Bunun özellikle ilk 10 ayı tamamen ağır tecrit koşullarının dışında fiziki ve psikolojik özel bir işkence altında geçti. Bunu en genel hatlarıyla da olsa tutuklandığım günden bugüne öncelikli anlatmak istiyorum.'

 

Önce tutuklanma koşullarını anlattı. Türkiyeli, esmer ve dövmeli bir kişi tarafından takip edildiğini, bu yüzden bir MİT ajanı tarafından takip edildiğini düşündüğünü, ancak daha sonra alman polisleri tarafından gözaltına alındığını anlattı. Tutuklama hakimin karşısına çıktığında da özellikle tek tip elbisesi olmayan bir hapishaneye girmek istediğini, tek tip elbisesini kesinlikle giymeyeceğini söylemesine rağmen Rohrbach hapishanesine gönderildiğini ve burada tek tip elbise dayatmasına maruz kaldığını söyledi. Buna karşı açlık grevine başladı. İç çamaşır dışında elbise alamadığını, bundan dolayı iç çamaşırıyla hücrede kaldığını anlattı. Direnişe başlamasına rağmen ona ne tuz, ne şeker ne de vitaminler verilmedi.

 

Sonra bir gün ansızın 'Bunker', yani sığınak ismi verilen hücreye konuldum. Buraya normalde uyuşturucu bağımlıları ve aşırı agresif tutuklular konulur. Onlar da ceza nedeniyle en fazla bir kaç günlüğüne buraya getirilirler. Ben ise açlık grevim boyunca bu hücredeydim. Bu hücreyi size şöyle tarif edeyim; Yerin yedi kat dibindesiniz. Tuvalet dahil her şey tek bir demir parçasından üretilmiş prefabrik, duvarlarda yemek artıkları ve ne idüğü belirsiz şeyler yapışmış, iğrençliğin ta kendisi bir yer. Gün ışığının girmediği, ışıkların ise bezelye kadar büyük deliklerden içeriye girmeye çalıştığı bir yer. Günün 24 saati tuvalet dahil bütün hücrenin izlendiği bir yer. Buna karşı çıktım, temel haklarıma bir saldırı olduğunu söyledim ve başka, kamerasız bir hücreye geçmek istedim. Bunu istememe rağmen sadece kamerayı bantlayıp beni aynı hücrede bıraktılar. Sözde beni bu hücreye kendi sağlığım açısından koydular. Oysa bu hücrede sağlığım ancak kötüleşebilirdi.

 

Bana açlık grevinde olmama rağmen tuz ve şekeri vermediler, yani bir açlık grevcisi için hayati önem taşıyan şeylerden maruz bıraktılar. Şekeri bana farklı kullanabilme ihtimaline karşı vermediler. Ben ise bırak uyuşturucuyu, sigara bile içmeyen birisi olarak bu şekeri uyuşturucu niyetine kullanacaktım öyle mi? Böyle olmayacağını yönetimden gardiyanlara kadar herkes biliyordu. Suyu ucu kireçlenmiş iğrenç bir musluktan içmek zorundaydım. Ancak şeker ve tuzu alamadığım için zaten su içemiyordum. Bir yudum su bile aşırı sancılara yol açıyordu. Bundan dolayı oluşan miğde yanması dayanılmazdı oysa ben acıya dayanıklı birisi olduğumu düşünüyorum. Bu acılar ancak kusunca geçiyordu. Hijyen malzemeleri olmadığı için, ben de hem denge bozukluğu hem de güçsüzlükten kaynaklı kalkıp tuvalete kadar gidemediğim için bir süre sonra kusmak için havluları kullanmak zorunda kalmıştım. Ne var ki; Hücrede bir kusma kabı bile bulunmuyordu. Sağlığımı o kadar düşünen hapishane yönetimi bana bir kusma kabı bile vermemişti. Bir süre sonra açlık grevinin belirtilerinden oluşan aşırı saç dökülmeyle birlikte hücrenin zaten olmayan hijyen koşulları daha da kötüleşmişti. Yerlerde biriken toz ve saçlar, kusmukla kirlenmiş havlular.

 

Ben doğu kültürüyle büyümüş bir kadın olarak belli değerlere sahibim. Orada o hücrede sadece iç çamaşırıyla duruyordum. Sizce yemekleri kim getiriyordu hücreye? Erkek mahkumlar ve erkek gardiyanlar getiriyordu. O pis kokan yemekleri burnumun dibine koyup gidiyorlardı. Ben açlık grevinde olduğumu söylüyordum ancak onlar hapishane direktifi diyerek yemeği bırakmak zorunda olduklarını söylüyorlardı.

 

Hücrenin yanlarından ve üstünden sürekli çığlık ve ağlama sesleri geliyordu. Bu hiç durmuyordu. Sanırım kriz geçiren bağımlıların çığlıklarıydı bunlar. Benim koşullarımda uyumak zaten zordu. Düşünün tam uyumayı başardınız ve çığlık sesleri sizi tekrar uyandırıyor. Bu sürekli böyle devam etti.

 

Zaman zaman sağlık görevlileri geliyordu hücreye. Öncelikle onlardan bu insanlık dışı duruma son verilmesini istedim. Zaten böyle iğrenç bir ortamda benim sağlığımıla nasıl ilgilenebilirsiniz ki dedim. Görevlilerin cehaleti bir yana zaten davranışları, cevapları dalga geçer gibiydi. Bağımlı, agresif veya başka özel durumda olmamama rağmen açlık grevinde, yani en pasif direniş biçiminde olmama rağmen neden böyle bir hücrede tutulduğumu sordum, bu durumun insanlık onuruna aykırı olduğunu söyledim. Bunu söylememe rağmen dalga geçer gibi hapishane yönetimi 'sağlığımı' gerekçe gösterdi. Sağlığımı düşünen hapishane yönetimi açlık grevinde en temel ihtiyaç olan ve Türkiye faşizminde bile açlık grevcilerine verilen şekeri ve tuzu vermedi. Sağlık koşulların bu kadar iğrenç olduğu bu hücrede tutmayı makul gördüler.

 

Direnişimin 42.gününde istemediğim halde zorla hastaneye götürüldüm. 44.günümde çamaşırlarım bana teslim edildi. Çamaşırların elime ulaşması tam bir ay sürdü. Kendime özel dikim yaptırsam bile bu kadar sürmezdi.

 

Ama baskılar, fiziki ve psikolojik işkence bununla da bitmedi. Bana gönderilen mektuplara keyfi şekilde el konuldu. Gerekçe ise bu mektupların mavi ve sarı renginde olmasıydı. Gardiyanlar bile bu keyfiliğe anlam veremediler. Kitap sorunum bugüne dek hala çözülmedi. Oysa kitaplarım Thalia gibi resmi şirketler tarafından gönderilmiş usülüne göre hapishaneye ulaşmış. Hapishane idaresi de bu kitapları mahkeme heyetinin onayına rağmen geri gönderiyor. Bu sorunun derhal çözülmesini talep ediyorum.

 

Benim hapishaneye geldiğim dönemde İŞİD davasından yargılanan bir alman asıllı kadın getirildi hapishaneye. Ona yönelik suçlamalar eşiyle birlikte insanlara işkence uygulamak, işkence sonucu ölüme sebep vermek ve hürriyetinden alıkoymak. Bu tür suçlarla itham edilen bu kadın hapishanede bütün savunma haklarını kullanabiliyor. Avukatıyla camsız görüşmeler yapıyor, ayda 4-5 defa telefon görüşmesi yapabiliyor.

 

Ben ise hala avukatımla cam bölme ardından görüşmek zorundayım. Telefon hakkım türlü güvenlik gerekçeleriyle sınırlanıyor, en fazla 1-2 defa telefona çıkabiliyorum.

 

İŞİD'lilerin ve Nazilerin her türlü savunma hakkından yararlanabilmesi bir tesadüf değildir. 9 insanın katili faşist Nazi Beate Zschäpe bütün savunma haklarını kullanmak bir yana, mahkeme salonuna içkili çikolata bile getirtebiliyordu.

 

Benim sorunum bu halk düşmanlarının tüm savunma haklarını kullanabilmeleri değil elbet. Benim sorunum, tamamıyla demokratik faaliyetlerden dolayı yargılanan bizim gibi sosyalistlerin savunma haklarının sınırlanması, gasp edilmesidir. Çünkü iddia makamı İŞİD'lilerde, Nazilerde sorun görmüyor. Ancak bizim ML ve sosyalist kimliğimizde sorun görüyor. Bu çifte standart iddia makamının kiminle dost, kiminle düşman olduğunu gösteriyor.

 

Burada bir parantez açmak isterim. Bu dava boyunca iddia makamı, savcı Setton savunma avukatlarına, özellikle de benim avukatlarıma yönelik kişisel saldırılarda bulundu, onları ahlaksızlık yapmakla suçladı. Biz ise bütün dava boyunca hiç bir zaman savcı Setton'a kişisel saldırıda bulunmadık. Çünkü biliyoruz ki bu sorun kişisel değil, hukuki bile değil. Bu sorun politiktir.

 

Avukatlara ve bize canhıraş saldıran savcı Setton fark ettim ki savunmalara başladığımız günden beri mahkeme salonunda bulunmadı. Acaba o da patronu Peter Frank gibi terfii etmek için Tayyip Erdoğan'la mı buluştu? Belki de günahını alıyorum ve sadece hastadır kendisi. Ne olursa olsun bu büyük bir saygısızlıktır. Sadece bize yönelik değil, en başta mahkeme heyetine yönelik bir saygısızlıktır. Hukuka yönelik bir saygısızlıktır. Bunu belirtmek istedim.'

 

Özgül Emre tecridi ve içinde bulunduğu tecrit koşullarını anlattıktan sonra bir ara verildi. Aradan sonra Özgül Emre savunmasına 'İnsan Nasıl İnsan Oldu' bölümü ile devam etti. İnsanın gelişimini, hayvandan farklılaşmasını, özel mülkiyetin ortaya çıkışını ve onunla birlikte çıkan eşitsizliği ve adaletsizliği anlattı.

 

Savunmanın üçüncü bölümü ise kapsamlı bir faşizm tespitiydi. Faşizmin kelime anlamı, tarihsel ortaya çıkışı, İtalya, Almanya, Portekiz örnekleri üzerinden tarihçesi ve farklılıklarına yer verdi. Klasik faşizm başlığı altında bu örnekleri verdikten sonra faşizmin ortaya çıkışının SSCB'ye yönelik olduğunu, her daim emperyalizmin denetiminde olduğunu vurgulayarak faşizmin birer ahlaksız, deli liderler tarafından değil, burjuvazi ve sermaye tarafından getirildiğini öne çıkardı. Bu vesileyle faşizmin sınıfsal karakterini de ortaya koydu.

 

Klasik faşizmden sonra ülkemizde olan yeni sömürge tipi faşizmi anlatmaya başladı. Yeni sömürge tipi faşizmi klasik faşizmden ayırt eden özellikleri, yeni sömürge tipi faşizmin kendine özgü karakterini ve burjuvazinin neden klasik faşizm yerine yeni sömürge tipi faşizme başvurduğunu anlattı.

 

Türkiye faşizmini anlatmak için sadece iki örnek yeterlidir diyen Özgül Emre; Narin Güran katliamını ve İzmir'de yanarak ölen 5 çocuğu anlattı. Sonra şunları söyledi;

 

'Narin aile çevresi tarafından katledildi. Mesele henüz tam aydınlatılmadı. Günlerce aranıp bulunamayan Narin, bir gizli tanığın ortaya çıkmasıyla hemen bulunuverdi.

 

Ailenin politik kimliği AKP, MHP ve Hizbullah'tan oluşuyor. AKP'nin bir milletvekili aile için 'Kadim dostumuz. Onları iyi tanırız' dedi. Evet; Bu pislik yuvası, bu çocuk katili aile AKP'nin ve Tayyip Erdoğan'ın kadim dostudur. İddia makamının kadim dostu ise Tayyip Erdoğan'dır.'

 

Özgül Emre savunmasının devamında; Faşizmde en çok kadınların ve çocukların mağdur olduğunu söyledi ve sözlerini Aziz Nesin tarafından yazılmış ve Grup Yorum tarafından bestelenmiş 'Çocuklara' türküsüyle bitirmek istediğini söyledi. Özgül Emre, İhsan Cibelik'in eşliğinde türküyü söyledi ve savunmasının ilk bölümünü bu şekilde sonlandırdı.

 

20 Kasım tarihli mahkeme yaklaşık 6 buçuk saat sürdü. Mahkemeye 50 kişi katıldı. Bir sonraki duruşma 21 Kasım tarihinde saat 13:30'da başlayacaktır. Bu duruşmada Özgül Emre savunmasını tamamlayacaktır. Tüm halkımızı bu duruşmaya katılmaya, Özgül Emre'nin savunması esnasında onun yanında olmaya çağırıyoruz.

 

Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur!

Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli Serbest Bırakılsın!

Halkız, Haklıyız, Kazanacağız!

[blogger]

Author Name

Halkın Sesi TV

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.