1 mayıs FOSEM Fransa Gebze Hacıahmet Isparta Maraş Mektuplarımızla Tecriti Kıralım Muharrem Karataş Polonya Sevgi Erdoğan Vefa Evi TAYAD Tokat UTMP Zürich adana alibeyköy almanya altınşehir amed amerika anadolu anadolu alevi hareketi anadolu federasyonu anadolu kültür merkezi ankara antakya antalya antep anti-emperyalist cephe armutlu armutlu haber ataşehir avcılar avrupa avusturya açıklamalar bahçelievler bakırköy basın emekçileri meclisi bayrampaşa bağcılar belgesel belçika beykoz beşiktaş boğaziçi bulgaristan bursa cephe milisleri dağevleri denizli dersim dev-genç devrimci alevi hareketi devrimci işçi hareketi dhkc dhkc gerilla direnişler diyarbakır doğançay duyurular dünya düzce elazığ emekli meclisi esenyurt eskişehir festival filistin filmler galatasaray gazi gençlik gerilla giresun grup yorum gözaltı gülsuyu gülsuyu gülensu gündoğdu hacı ahmet hacıhüsrev halk bahçesi halk cephesi halk meclisi halkın hukuk bürosu halkın mühendis mimarları hasan ferit gedik hasköy hatay hindistan hollanda idil halk tiyatrosu idil kültür merkezi ikitelli ingiltere istanbul isveç isviçre italya izmir işçi meclisi kadıköy kampanyalar kamu emekçileri cephesi karadeniz kartal kazova kazova bülten kocaeli kore kurslar kuruçeşme küba kültür sanat kütahya küçükçekmece kınık kıraç lubnan malatya maltepe mardin mersin munzur muğla nurtepe okmeydanı ortaköy piknik radyo röportajlar sakarya samsun sanat meclisi sarıgazi sesli okuma siirt silivri silvan sinop spor suriye sümerler taksim tavır dergisi tekirdağ tiyatro trabzon tuzla türkiye videolar wan yalova yenibosna yeşilkent yunanistan yürüyüş dergisi çanakkale çayan çayan mahallesi çağlayan çekmece çerkezköy ömürtepe örnektepe İngiltere İsviçre şiir şiirler şişli

Halkın Sesi Radyo'da Nazım Hikmet'in Siyasi Biyografisi Paylaşıldı

1921 yılının ilk günü İstanbul'dan Karadeniz'e doğru açılan “Yeni Dünya” vapurundaki dört genç şairin amacı, Anadolu'daki milli mücadeleye katılmaktı. Bu dört şairin en genci ise 19 yaşındaki Nazım Hikmet idi.

 

Oysa o, daha kısa bir süre önce Bahriye Mektebi'ni bitirmiş ve güverte subayı olmuştu. Vatanı işgal edilmiş bir subay!... Çok geçmemiş, ardından

 

İstanbul da işgal edilmiş ve emperyalist orduların askerleri sokakları arşınlamaya başlamıştı. Bu, Nazım Hikmet gibi milliyetçi ve vatansever bir subay için ne aşağılayıcı bir durumdu.

 

Çok sürmez bu durum. Sağlık gerekçesiyle ordudan ihracı sağlanır Nazım Hikmet'in. Ve sonra Anadolu’ya geçebilme arayışları... Anadolu, İstanbul gibi değildir; orada çeteler, efeler, köylüler, bütün bir halk ayağa kalkmıştır.

 

1921 yılının başlarında İnebolu'ya ayak basan bu dört genç şairden Faruk Nafiz Çamlıbel ve Yusuf Ziya Ortaç, “seciyesiz” bulunarak geri gönderilirken, Nazım Hikmet ve Vala Nureddin kabul edilirler.

 

O tarihlerde Ankara hükümeti, Anadolu'daki devrimci kesimleri tasfiye etmekle meşguldür. Vatanın savunulması için savaşmaya gelmiş bu iki gencin bundan haberi yoktur. Karşılarına çıkanlar, o sırada tasfiye edilmeye çalışılan sosyalistler olur. İnebolu'da karşılaştıkları bu kişilere “Spartakistler” denmekteydi. Almanya'da öğrenim görürken Spartakistler'den etkilenerek sosyalist olmuş bir Türk öğrenci çevresiydi bunlar. Oysa, Nazım Hikmet ve arkadaşı Vala Nureddin'in İstanbul'dan yola çıkmadan “kulakları bükülmüştür” bu tür akımlara karşı. V. Nureddin, yaşadıkları sarsıntıyı şöyle anlatır anılarında: “İnançlarımızda büyük bir deprem oluyordu, manevi bir sarsıntı geçiriyorduk. İki kutup arasında bocalamaktaydık. Spartakistlerin aşıladığı sosyalist fikirle ve o güne kadar kişiliğimizi yoğurmuş bulunan milliyetçi fikirler arasında.”(1)

 

Nazım Hikmet ve arkadaşlarının Ankara'ya ulaşması şubat ayını bulur. Mustafa Kemal ile de tanıştırılan Nazım Hikmet, Ankara'daki kargaşalık, çekişmeler ve çatışmalardan dolayı düşkırıklığına uğrar. İstanbul'daki Anadolu imajı sarsılmıştır bir bakıma.

 

Ankara hükümeti, savaşmaya gelen bu iki genci Bolu'ya öğretmen olarak atar.

 

İnebolu-Ankara, Ankara-Bolu yolculukları Nazım Hikmet'i Anadolu gerçeği ile tanıştırır. Bir yanda sosyalist fikirler, bir yanda yoksul, aç Anadolu insanı. Bu yüzden Bolu'daki öğretmenlik yaşantıları çok sürmez. Yeni arayışları başlamıştır artık. Annesi onu Paris'e yanına çağırırken Vala, Almanya'ya öğrenim görmeye gitmeyi önermektedir. Nazım ise, yönünü kuzeye, Rusya'ya döner. Bolu'da tanıştıkları Ağır Ceza reisi de sosyalist çıkmış ve bu seçimlerinde onlara katılmıştır. Üç arkadaş, Ağustos sonlarında Bolu'dan ayrılıp, Eylül başlarında Trabzon'a varırlar. Kentte korku kol gezmektedir. Mustafa Suphi ve yoldaşları katledileli yedi ay olmuş ve hala etkisini sürdürmektedir kentte. Bu bile Nazım'ı yolundan çevirmez.

 

Mustafa Kemal'in mücadelesine katılmak için Anadolu'ya geçmiş olan Nazım Hikmet’i, Ankara hükümeti ancak sekiz ay tutabilmiştir. Tanıştığı sosyalist fikirler ve Anadolu insanının hali, onu başka bir dünyaya doğru yola çıkarmıştır. Nazım 1961 yılında, bir üniversitede yaptığı konuşmada Sovyetlere geliş amacını şöyle anlatır: “Yoldaş Lenin'i görmek, ona devrimin nasıl yapıldığını sormak ve ülkeme dönerek bizde de aynısını yapmak istiyordum”(2)

 

Nazım ve Vala, sosyalist dünyaya adımlarını Batum'da atarlar. Kafkaslar o sıralarda daha yeni yeni Bolşevik iktidarların kontrolüne girmekteydi. TKP'Ii, İttihatçı, Kemalist, her kesimden insanın faaliyet yürüttüğü bu bölgede, Nazım ve Vala birçok çevreye girip çıkarlar. Ve TKP'nin geride kalan kadroları ile çalışmaya başlarlar. Bunların çıkardığı “Kızıl Sendika” gazetesinde faaliyet yürütürler.

 

Nazım Hikmet; Ahmet Cevat ve Şevket Süreyya Aydemir'i burada tanır. Milliyetçi ideallerle geldikleri Kafkaslarda Bolşevik olup TKP'ye giren bu iki insandan Ahmet Cevat, sonraki yıllarda Mustafa Kemal'in yanına giderek milletvekili seçilecek, Şevket Süreyya ise Kemalizm ideolojisini kurmaya çabalayacaktır. O yılların atmosferini Vala şöyle anlatır: “Komünizm fırtınası, önüne kattığı her şeyi, herkesi yerinden oynattığı gibi Şevket'in bütün ideallerini de alt üst etmişti. Ahmet Cevat gibi o da Komünist Partisine resmen girmişti.”(3)

 

1922 ortalarında Nazım, Ahmet Cevat'ın hocalık yapacağı KUTV'da öğrenim görmek için, Vala ve Şevket Süreyya ile birlikte Moskova'ya gider. KUTV, Nazım'ın Marksist formasyonunu aldığı okul olur. Sanatsal anlayışı, siyasal kişiliği bu süreçte gelişir. Kendisi, o yıllarını şöyle anlatır: “KUTV'da aldığım ve beni adam eden Marksizm derslerini, o zamanki Sovyet tiyatrosunun projektörleri altında okudum.”(4)

 

Gerçekten Nazım Hikmet'in bu dönem ürünleri, Marksist tezlerin ve olayların illüstre edilmesine yöneliktir.

 

Bu sırada VKP(b)'ye (SBKP) üye de olan Nazım Hikmet, bir taraftan da TKP'nin legal organı konumundaki “Aydınlık”ta yazmaya başlar. Nazım, Moskova'ya geldiği ilk zamanlarda, hatipliği dolayısıyla Troçki hayranı idi. Vala'nın yazdığına göre kısa bir süre sonra Stalin'in taraftarı oldu. Ama onun asıl özelliği, Lenin'e olan hayranlığı ve bağlılığı idi. Lenin'in ölümünden çok etkilenir. Vala ile Lenin'in ölümünü öğrendiklerinde okulun duvarına yaslanıp ağladıklarını ve Vala'nın kendisine söylediklerini yıllar sonra cezaevinde A. Kadir'e şöyle anlatır: “Nazım'cığım, dedi, erkekçe söz, memleketime dönünce ömrümün sonuna kadar beraberim seninle, sözümden dönersem namussuzum.”(5) Vala sözünden dönse de Nazım Lenin'e olan bağlılığını hep sürdürdü.

 

1924 ortalarında toplanan Komintern'in 5. kongresinde TKP'ye önemli eleştiriler yöneltilir. Bunlar, burjuvazi ile işçi sınıfının işbirliğini istemek ve ulusal burjuvazi iktidarı aldıktan sonra da ona karşı eski politikayı sürdürmek olarak ifade edilir.(6)

 

Gerçekten TKP, Mustafa Suphilerin katledilmesinden sonra devrimci çizgisini kaybeder. Mustafa Kemal'in reformlarını destekleyen bir çizgiye gelir. Bunun nedeni TKP içindeki reformistlerin egemenliği idi.

 

 Kendini toparlamak isteyen TKP, 1925 başlarında İstanbul'da illegal olarak 3. kongresini toplar. Nazım Hikmet'in de Moskova'dan gelerek katıldığı kongrede Komintern'in yönelttiği eleştiriler tartışılır. Şevket Süreyya ve Vedat Nedim (Tör), ulusal burjuvaziyi destekleme ve Komintern'den bağımsız hareket etme çizgisini savunurken, Şefik Hüsnü, Kemalizm konusunda onlara katılırken, Komintern'e bağlı bir politikayı savunur. Nazım Hikmet'in tavrı bilinmemesine karşın, sonraki dönemde izlediği çizgiye bakarak, onun, Mustafa Suphi yolunda devrimci çizgiyi savunduğu tahmin edilebilir.

 

Kongrenin ardından Nazım, partinin illegal matbaasını kurmak ve örgütleme çalışmaları için İzmir'e gider. İzmir'de olduğu tarihlerde doğuda Şeyh Sait ayaklanması başlar. TKP bu olayda hükümeti destekler. Buna rağmen 4 Mart'ta çıkarılan Takrir-i Sükun kanunu ile TKP'ye yönelik bir tevkifat da başlar. Tutuklamaların başlaması üzerine İzmir'de barınma olanağı kalmayan Nazım, İstanbul'a döner. Tevkifatın genişlemesi üzerine İstanbul'da da çember daralır ve Nazım daha bir yılını doldurmadan Sovyetler'e döner.

 

1925 tevkifatı sonucu açılan davada, gıyabında yargılanan Nazım Hikmet, 15 yıl hapis cezası alır. Bu tevkifattan ve verilen cezalardan ürken Vala partiden ayrılacak ve gazeteciliğe başlayacaktır.

 

Nazım Hikmet'in 15 yıl hapis cezasından sonraki ruh halini, gazeteci olarak geldiği Sovyetler'de onunla görüşen Vala'dan öğrenebiliriz. Nazım'dan, aktif siyasetten çekilmesini ve bunun sonucu kendisine açılacak kapıları anlatan Vala, Nazım'ın tepkisini şöyle anlatır: “Kendisinde derhal başlaması gereken bir misyon görüyordu. Mahkum olduğu Türkiye'ye dönememekten üzülüyordu. Bense ona çapına göre mücadele diyordum.”(7)

 

Nazım'ın derhal başlamayı düşündüğü misyon neydi? Elbette, bir üyesi olduğu partinin devrimci bir çizgiye çekilebilmesi idi. 1925 Tevkifatının yaralarını sarmak için 1926'da Viyana'da bir konferans toplanır. Konferansta parti içindeki ayrışmalar netleşir. Şevket Süreyya-Vedat Nedim ekibi partiyi Kemalizmin soluna çekmeye çalışıyor ve Komintern'den bağımsız hareketi istiyordu. Nazım'ın bu konferansta Leninci ilkeleri savunduğu belirtilmektedir. (8)

 

Viyana konferansından bir yıl sonra parti içindeki tartışma, Katib-i Umumi Vedat Nedim'in parti evrakı ile polise teslim olmasıyla sonuçlanır. 1927 tevkifatı olarak bilinen bu dava dan, Vedat Nedim'in ihbarı ile Nazım gıyabında üç ay ceza alır.

 

1927 tevkifatının etkili sonuçları olur. Genç burjuvazi, partiyi tepeden teslim aldığı için verilen cezalar hafif tutulur. Teslim olanlar Kemalizm’in ideologluğuna soyunurlar. Tevkifat, parti içinde Nazım Hikmet'i öne çıkarır. 1927 tevkifatının ardından Nazım Hikmet yurda dönmeye karar verir.

 

1928 Temmuz sonunda, sınırı illegal olarak geçerken İsmail Bilen ile Hopa'da yakalanır ve tutuklanır. Sınırı pasaportsuz geçmek yüzünden Hopa'da, TCK'nun 146. maddesi nedeniyle de Rize'de idamla yargılanır. (9) 146'dan beraat eden Nazım İstanbul'a getirilir. 1925 yılında gıyabında verilen 15 yıl hapis cezasına itiraz eder ve yeniden yargılanmayı ister. Ankara'da yeniden görülen davadan 15 yıl hapis cezasından kurtulur, 1927 tevkifatından aldığı ceza onanır. Bu süreyi de yatmış olduğu için tahliye olur. Nazım, 31 Temmuz ile 23 Aralık tarihleri arasında Hopa, Rize, İstanbul ve Ankara hapishanelerinde altı ay hapis yatmıştır.

 

Tahliye olan Nazım Hikmet 1928'in son günlerinde İstanbul'a gelir. Bu süreçte babası, oğlu komünist diye işten çıkarılmıştır. Eski arkadaşlarının çoğu artık ''yoldaş” değildir.

 

Bu koşullar altında Nazım, Zekeriya Sertel'in çıkardığı “Resimli Ay” dergisinde musahhih (düzeltmen) olarak işe başlar. Çok az üyesi ile faaliyet yürüten TKP, 1929 yılında uğradığı tevkifat ile bütün kadrolarını kaybeder.

 

Nazım Hikmet'in 1929 başlarında başlattığı siyasal-sanatsal atak, devrimci hareketin yeniden canlanmasını sağlar. Pavli adasında bir toplantı düzenlenir. Bu toplana, her ne kadar kongre olarak değerlendirilmiş ve TKP'ye muhalefet olarak görülmüşse de, bugünden bakıldığında daha çok TKP'yi canlandırmak ve devrimcileştirmek için yapılan bir mücadele izlenimi bırakmaktadır.

 

Resimli Ay'a musahhih olarak alınan Nazım Hikmet'in, bir süre sonra şiirleri gözükür dergi sayfalarında. Ardından burjuva sanat anlayışına cepheden bir saldırı başlatılır. İdeolojik olarak da desteklenen bu saldırı, burjuva çevreleri şaşkına çevirir. Giderek Resimli Ay dergisi Nazım Hikmet'in bir siyasal organı konumunu kazanır. Zekeriya Sertel bu süreci şöyle anlatır: “Nazım Resimli Ay'a tayfasıyla beraber gelmişti. Eski yeni ne kadar solcu arkadaşı varsa, peyk gibi etrafında dolaşır, hemen her gün matbaaya uğrarlardı.” (10) Nazım Hikmet'in siyasal ve edebi çevrelerde yaptığı bu etki, ABD elçisinin ülkesine gönderdiği rapora bile konu olur. (11)

 

1929 yılında Nazım Hikmet'in “835 Satır” ve “Jakond ile Si-Ya-U” adlı kitapları yayımlanır. Yine bir ilke imza atar: Şiirlerini plağa okur. Plak, kitleler üstünde etkili olunca hükümet tarafından yasaklanır. Nazım plağın etkisi için “yirmi beyanname yayınlasam bu kadar işçiye okutamazdım”(12)der.

 

Nazım Hikmet'in etkili çalışmalarının karşısına, 1930 yılında partinin Moskova'dan gönderdiği Hasan A. Ediz çıkar. Nazım Hikmet'in faaliyeti, partinin kontrolünü elinde tutan reformist kanadı harekete geçirmiştir. Tam yetki ile hareket eden H. A. Ediz, Nazım Hikmet'in hareketine karşı “polis”, “Troçkist” vs. suçlamalarla harekete geçer. Bu H. A. Ediz, Nazım Hikmet 'in uzun hapis cezasına çarptırılacağı 1938 yılında Milli Emniyet'e gidecek ve siyasi faaliyeti bıraktığını açıklayacaktır.'(13)

 

H. A. Ediz, çıkarttığı illegal yayınlarda Nazım Hikmet ve arkadaşlarının partiden ihraç edildiklerini açıklar. Bu kararlar için Nazım Hikmet'in tavrı devrimcidir: “Parti kimsenin babasının çiftliği değildir... Partiye kendim girdim. Beni kapıdan kovarlarsa bacadan girerim.”(14)

 

Nazım 1931 yılında, yayımlanan kitaplarıyla ilgili yargılanmaya başlar. Komünizm propagandası ithamlarına karşı siyasi savunma yapar. “İddianame'de 5-6 esas vardır. Bunların başında, benim komünist şairi olduğumu ilan etmekliğim cürüm telakki edilmektedir. Evet, ben komünistim, bu muhakkaktır, komünist şairim ve daha esaslı komünist olmaya çalışıyorum”(15) Nazım bu davada beraat eder.

 

1932 yılında Darülbedayi'de oyunları yasaklanır. Buna gerekçe, oyun çıkışları halkın nümayiş yapmasıdır. 1933 yılında Nazım Hikmet aleyhine üç dava açılır. 18 Mart'ta tutuklanan Nazım, Bursa'daki davada gizli TKP'nin lideri olduğu için idamla yargılanır. Bu davadan beş yıl hapis cezası alır ve tahliye olacağı 1934 yılına kadar hapis yatar. Nazım Hikmet, hapisten çıktıktan sonra etkili faaliyetini çeşitli dergi ve gazetelerde sürdürür. Avrupa'da yükselen faşizm ve onun ülkemizdeki etkileri üzerine, asıl faaliyetini buraya ayırır.

 

Komintern 1936 yılında TKP ile ilgili desantralizasyon kararı alır. Bu kararla TKP, bir tür kendini feshediyor ve CHP ve diğer kuruluşlar içinde antifaşist mücadeleyi oluşturmaya sevkediliyordu.

 

Nazım Hikmet'in anti-faşist mücadelesi yapıtlarına da yansır. “Taranta Babu'ya Mektuplar”, ırkçılığı eleştiren romanı “Kan Konuşmaz”, “Sovyet Anayasası”, “Alman Faşizmi ve Irkçılığı” bu türde yapıtlarıdır.

 

“Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin” de bu dönemde çıkar. Nazım, bu kitabıyla tarihe sınıfsal açıdan yaklaşır ve devrimci hareketin ulusal köklerine uzanır. Nazım, bu kitabı için kendisine yöneltilen “milliyetçi” suçlamalarına karşı, Lenin'in “Büyük Rusların Ulusal Gururu Üstüne” broşürünü, “Milli Gurur” ismiyle kendi imzasıyla yayımlar.

 

1936 yılında Nazım Hikmet, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile beraber tutuklanır. Suçlama yine aynıdır. “Polisin düzenlediği ve mahkemeye gönderdiği tutanağa göre, Nazım Hikmet'in başkanlığında, komünistliğe tahrik amacına yönelik bir gizli cemiyet kurulduğu iddia ediliyordu.” (17) Nazım Hikmet bu polis komplosu nedeniyle üç ay hapiste kalacak, sonra beraat edecektir. 1937 yılında Nazım Hikmet Ankara'ya çağrılır. Şimdi Kemalist saflara geçmiş eski yoldaşı Şevket Süreyya onu Şükrü Kaya ile görüştürür. Ş.Kaya Nazım'a Ankara'da kalmasını ve kendi saflarında faaliyet yürütmesini önerir. Nazım bu teklifi reddeder.(18)

 

Bu, Kemalistlerin ilk teklifi değildir. Birçok kez onu saflarına katmak için cazip tekliflerde bulunmuşlardı. Bunlardan biri de Necip Ali aracılığıyla yapılmıştı. Hapishanede Nazım'la yaptığı görüşmeyi Niyazi Berkes'e şöyle anlatacaktır Necip Ali: “Azizim, ...konuştum, konuştum, diller döktüm. Her türlü vaatlerde bulundum. Onu ne pahasına olursa olsun kazanmalıydık (...) Onu kazanabilseydik hem büyük bir şair kazanırdık hem de komünistliğini yok ederdik. (...) Azizim, bana mısın demedi. Kaya gibi adam. Hiçbir menfaat karşısında eğilmeyecek bir adam. Niyazi, bizde öyle adam yok.”(19)

 

İstanbul'a dönen Nazım Hikmet çalışmalarını sürdürür. 1936 desantralizasyon kararından sonra etkili devrimci hareketlilik yaratan tek o kalmıştı. Teklifi geri çevrilen rejim ise onu tasfiye etmeye karar vermişti. Özellikle şiirlerinin Harbiye'ye kadar sızması, orada taraftarlarının oluşması bu süreci hızlandırdı. Bu Harbiyelilerden biri olan A. Kadir, anılarında Nazım'ın o yıllarda üzerindeki etkisini açıkça belirtir. Harbiye öğrencilerine yönelik tevkifat başlayınca, Nazım, bunun ucunun kendisine geleceğini farkeder. Çünkü Harbiyeli öğrencilerin onunla görüşme girişimleri olmuştu ve o bu girişimleri kuşkuyla karşılamıştı. Harbiyeli öğrencilerin tutuklanmasından bir süre sonra Nazım Hikmet 18 Ocak 1938'de tutuklanır. Öğrencilerden işkence ile Nazım aleyhine ifadeler alınır. Bu ifadelere dayanılarak hazırlanan iddianameyle dava 15 Mart'ta başlar. Komünist olduğunu savunan Nazım Hikmet, öğrencilerle ilişkisi olmadığını belirtir. Kısa süre sonra verilen kararla Nazım Hikmet, orduyu isyana teşvik etmek suçlamasıyla 15 yıl hapis cezası alır.

 

Nazım Hikmet'in Ankara'da 15 yıl hapis cezasına mahkum olduğu günlerde bir dava da İstanbul'da başlar. Nazım'ı Ankara'da Kemalist saflara ikna etmeyi başaramamış olan Adalet Bakanı Şükrü Kaya'nın emri ile Nazım Hikmet İstanbul'daki dava için oraya götürülür. İstanbul'da bir denizaltıya konan Nazım, olup bitenlerden şaşkındır.

 

Ankara'daki davanın iddiası İstanbul'da da tekrarlanır. Bu kez de Nazım'ın kitaplarını okuyan bahriyeliler vardır. Onlardan alınan ifadelerle açılan bu dava “Donanma Davası” olarak tarihe geçecektir. Davada Nazım ile beraber Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal Tahir de yargılanmaktadır. Ankara'daki davada sergilenen komedi, İstanbul'daki davada trajediye dönüşür. Erkin Denizaltısı'nda Nazım Hikmet'i kurşuna dizme senaryoları düzenlenir. Donanma davasında açıklanan karar ile Nazım Hikmet 20 yıl, Dr. Hikmet ile K. Tahir 15 yıl hapis cezası alırlar.

 

1938 yargılamaları için hukukçular, adli bir hata yapıldığını ve bu davaların uydurma olduklarını söylemektedirler. Bu, elbette doğrudur. Ancak bu yargılamalar siyasal açıdan anlaşılırdır. Bu yargılamalar, Nazım Hikmet'in 1929-1938 arası siyasi faaliyetinin bir bedelidir; haksızdır, hukuken sakattır ama siyasal olarak bir tasfiye etmedir. Nitekim, kendisiyle Ankara'da görüşmüş ve onu kazanamamış fi. Kaya bu yargılamaların sonucu ile ilgili şöyle diyecektir: “Asi şair damgasını vurup, Nazım'ı serbest bırakamazdık. Kalabalıklar üzerinde müessir oluyordu.”(20)

 

Nazım Hikmet'e haksız yere verilen cezalar üzerine, ailesi çeşitli girişimlerde bulunur. Dayısı Ali Fuat Cebesoy, Nazım'ı cezaevinde ziyaret eder. Bu girişimlerin sonucu, Nazım Hikmet imzası ile Mustafa Kemal'e yazılan bir mektup olur. Nazım'ın çizgisine uymayan ve içinde af dileği bulunan bu mektup Mustafa Kemal'e ulaşmayacaktır. Ancak bu girişimler yine de bir sonuç verir. Nazım Hikmet ve Dr. Hikmet 1939 ortalarında altı ay şartlı olarak tahliye edilirler. Hiç kuşkusuz bu, yeniden hapse girmemek için iyi bir imkandı.

 

Tahliye olan Nazım Hikmet parti yetkililerine başvurur. Ancak parti ne onları saklamayıfi ne de yurtdışına çıkarmayı kabul eder.(21) Dr. Hikmet'in bireysel kaçma teşebbüsü yakalanma ile sonuçlanır ve Nazım Hikmet ile Dr. Hikmet yeniden cezaevine girerler.

 

Hitler ordularının faşist saldırılarına başladığı zamanda Nazım cezaevindedir. İstanbul'dan Çankırı'ya, oradan da 1940 sonlarında Bursa Cezaevi'ne gelir. Nazım gibi bir kavga adamı dört duvar arasında ne yapacaktır? Bir mektubunda iç dünyasını şöyle aksettirir: “Yaşamak benim için sadece bir vazife oldu. Ve işte bundan dolayı da korkunç, kahrolası bir kuvvete ulaştım; taşın, demirin, kuru tahtanın kuvveti.”(22) Cezaevindeki zamanını, dövüşenlerin safında çalışmalarına ayıracaktır. “...Yazdıklarımla ölçüşemeyecek kadar mükemmel şeyler yazmak, dövüşür gibi yazmak vazifemdir. Dövüşte yapılan vazife ise gurur filan gibi şeylerden uzak, sadece vazifedir.”(23)

 

Nazım Hikmet'in bir vazifesi de, cezaevindeki gençleri yetiştirme, onları devrimci harekete kazanma kavgasıdır. Orhan Kemal, A. Kadir, Balaban, K. Tahir gibi birçok sanatçının yetişmesine katkıda bulunur. Bu arada yazdığı şiirler çeşitli yollarla dışarı çıkarılır, takma isimlerle dergilerde yayınlanır.

 

Faşizmin bütün dünyada yenilmesinden sonra Türkiye'de de çeşitli gelişmeler yaşanır. Demokrat Partinin kurulmasından yararlanan sosyalistler, Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi'ni kurarlar ancak burjuvazi bu iki partinin hızla büyümesinden ürker ve onları kapatır. Sosyalist partilerin kapatılmasına karşın faaliyetler sürdürülür. Bunun bir cephesi de 1948 yılından başlayarak Nazım Hikmet'i hapisten kurtarma kampanyası olur. Ülke içinde ve dışında geniş destek bulan bu kampanyaya ilerici, yurtsever, demokrat ve devrimci aydınlar destek verirler. Çeşitli baskılarla karşılaşmasına karşın, kampanya toplumda geniş bir yankı bulur. Devletin bu kampanyaya ilgisiz kalması üzerine Nazım Hikmet açlık grevine başlar. “Ben açlık grevine, bir yeisin, herhangi bir yeisin neticesi değil, bir hak aramanın son imkanı olarak yatacağım”'(24) Açlık grevi etkili olur ve 1950 seçimlerinin ardından parlamento genel af çıkarır.

 

Nazım Hikmet 15 Temmuz 1950' de tahliye olsa da, özgürlüğüne kavuşamamıştır. 12 yıl hapislikten sonra dışardaki hayata adapte olmaya çalışan Nazım'ın üzerinde geniş bir polis terörü estirilir. Amaç, bir yolunu bularak Nazım Hikmet'i yeniden hapse koymaktır. Bu amaçlarına, Nazım'ı askere alarak ulaşmak isterler. Oysa Nazım, Bahriye Mektebi'ni bitirmiş, güverte subayı olmuş ve sağlık gerekçesiyle ordudan ihraç edilmiştir.

 

Sivas'ın Zara ilçesine er olarak sevki çıkan Nazım Hikmet, askerliğini yaptığını kanıtlayabilmek için bir hafta süre alır. Böyle bir belge alamayacağını bilen Nazım'ın amacı, ülke dışına çıkmaktır.

 

Gerekli irtibatları kuran Nazım Hikmet, polisi de atlatarak 19 Haziran 1951'de bir hız motoru ile İstanbul'dan ayrılır. Önce Romanya'ya, oradan da Moskova'ya ulaşır. Havaalanında TASS Ajansına verdiği demeç günlerce radyodan yayımlanır: “Bana yapılan bu karşılamayı şahsıma almıyorum. Ben de sizlerden biriyim. Bu karşılamayı Türk halkına yapılmış sayı- yorum.” Ve ardından Stalin'i över: “Stalin benim için çok mühimdir. Gözümün ışığıdır. Fikirlerimin kaynağıdır. Beni o yarattı. (...) O yalnız bütün dünyanın en büyük adamı değil, şahsen bana aydınlık veren en büyük kaynaktır.”(25)

 

Nazım Hikmet'e Sovyetler Birliği'nde çok önem verilmiş, birçok imkan sağlanmıştır. Oyunları çeşitli tiyatrolarda defalarca oynanmış, birçok uluslararası toplantıda devrimci sanatçı kimliği ile sosyalizmi temsil etmiştir. Nazım Hikmet'in Sovyetler Birliği'nde bulunan TKP Harici Büro'daki siyasi faaliyeti çok sınırlı kalmıştır. Bunda TKP'nin başında bulunan reformist kliğin etkisi olduğu kadar, onun 1930'lardaki muhalif faaliyetinin de payı olmuştur. Yine de Sovyetler Birliği'nde geçen dönemi, İsmail Bilen ile çatışmalar ve çekişmelerle geçmiştir. Özellikle eski yoldaşlarının İ. Bilen tarafından tasfiye edilmiş olmasına karşı savaş açmış ve bu alandaki tahribatı gidermeye çalışmıştır.

 

Nazım Hikmet yurtdışına çıktıktan hemen sonra 1951 Tevkifatı olarak bilinen geniş tutuklama operasyonu gerçekleşir. TKP ile ilgisi olmayanların da cezaevlerine doldurulduğu bu tutuklamalar, devletin Nazım Hikmet'in özgürlük kampanyasına karşı bir misilleme olduğu düşünülebilir.

 

Nazım Hikmet'i ömrünün son yıllarında etkileyen en önemli olay, Küba Devrimi oldu. Küba'ya gittikten sonra yazdığı “Havana Röportajı” ve şiirinde doruk noktası olan “Saman Sarısı”, bu etkiyle yazıldı. Zekeriya Sertel, Nazım'ın bu görüşlerini şöyle anlatır: “Nazım Hikmet Castro'ya bayılırdı. Küba önderi tam Nazım'ın hayal ettiği devrim kahramanıydı. Onun gibi olmak isterdi. Ve olamadığına üzülürdü. Castro'nun hayatını ve savaşımını dikkatle izliyor, günden güne ona olan hayranlığı artıyordu.”(26)

 

3 Haziran 1963'te öldü. Öldükten sonra Türkiye'de devrimci hareket önemli atılımlar yaptı. Devrimci hareketin öncüleri, sol hareketin uzun atalet dönemini, ülkenin dağlarına çıkarak kırdılar. Ölümünden bir süre önce dile getirdiği duyguların, bir gün gelip gerçekleşeceğini elbette biliyordu: “Ülkemden ayrılmakla hata ettim. Dağlara çıkmak ve çetecilik yapmak gerekirdi. Halkının geleceği için mücadele eden insanın halkıyla canlı bir bağ içinde olması gerekir. Bugün gerçekçi olan tek yol budur. Öldürülürdük. Fakat ne çıkar bundan? Birkaç yüz şiir daha az yazılmış, ne önemi var bunun?..”(27)

 

NOTLAR

 

1- Vala Nureddin, Bu Dünyadan Nazım Geçti, Remzi Kitabevi, 1965, İst., sf. 69

 

2-Ekber Babayev, Yaşamı ve Yapıtları ile Nazım

 

Hikmet, Cem Yay., 1976, İst., sf. 69

 

3-V. Nureddin, age, sf. 238

 

4-E. Babayev, age, sf. 307

 

5-A. Kadir, 1938 Harp Okulu Olayı ve Nazım Hikmet, Hilal Mat., 3. basım, 1977, İst., sf. 142

 

6-Mete Tuncay, Türkiye'de Sol Akımlar-H. Belgeler, BDS Yay., 1991, İst., sf. 559

 

7-V. Nureddin, age, sf, 383

 

8-İsmail Bilen, Çetin Savaş, Konuk Yay., 1978,

 

İst., sf. 27

 

9-Atilla Coşkun, Nazım'ın Davaları, Cem Yay.,

 

1989, İst., sf. 44

 

10-Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Gözlem Yay., 3. basım, 1977, İst., sf. 160

 

11-M. Tuncay, Türkiye'de Sol Akımlar (1925-1936), BDS Yay., 1992, İst., sf. 78

 

12-Sabiha Sertel, Roman Gibi, Belge Yay., 2. basım, 1987, İst., sf. 121

 

13-Emin Karaca, Nazım Hikmet’in Şiirinde Gizli Tarih, Belge Yay., 1992, İst., sf. 137-138

 

14-Rady Fish, Nazım'ın Çilesi, Ararat Yay., 3.ba-sım, 1975, İst., sf. 317

 

15-A. Coşkun, age, sf. 64

 

16-E. Babayev, age, sf. 184-185 17-A. Coşkun, age, sf. 108

 

18-Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler, Tekin Yay., 1986. İst., 4. cilt, sf. 27

 

19-Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, İletişim Yay., 1997, İst.-sf. 82-83

 

20-V. Nureddin, age, sf. 395

 

21-Orhan Cemil, Bir Komünist: Nazım Hikmet, Devrim Dergisi, sayı. 20, 1993, İst., sf. 41-42

 

22-Nazım Hikmet, Bursa Cezaevinden Va-Nu'lara Mektuplar, Cem Yay., 1986, İst., sf. 271

 

23-Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mapushane-den Mektuplar, Bilgi Yay., 2. basım, 1975, İst., sf. 121

 

24-Kemal Sülker, Nazım Hikmet'in Gerçek Yaşamı, Yalçın Yay., 1989, İst., 6. cilt, sf. 154

 

25-Fethi Tevetoğlu, Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, 1967, Ank., sf. 469

 

26-Zekeriya Sertel, Nazım Hikmet'in Son Yılları, Milliyet Yay., 1978, İst., sf. 236

 

27-Vera Tulyakova Hikmet, Nazım'la Söyleşi,

 

Cem Yay., 1989, İst., sf. 133

 

Bu Yazı Tavır Kitapları, Onurlu Aydın Biyografileri - 1 Kitabından Alınmıştır.

[blogger]

Author Name

Halkın Sesi TV

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.