Oysa o, daha kısa bir süre önce
Bahriye Mektebi'ni bitirmiş ve güverte subayı olmuştu. Vatanı işgal edilmiş bir
subay!... Çok geçmemiş, ardından
İstanbul da işgal edilmiş ve
emperyalist orduların askerleri sokakları arşınlamaya başlamıştı. Bu, Nazım
Hikmet gibi milliyetçi ve vatansever bir subay için ne aşağılayıcı bir durumdu.
Çok sürmez bu durum. Sağlık
gerekçesiyle ordudan ihracı sağlanır Nazım Hikmet'in. Ve sonra Anadolu’ya
geçebilme arayışları... Anadolu, İstanbul gibi değildir; orada çeteler, efeler,
köylüler, bütün bir halk ayağa kalkmıştır.
1921 yılının başlarında İnebolu'ya
ayak basan bu dört genç şairden Faruk Nafiz Çamlıbel ve Yusuf Ziya Ortaç,
“seciyesiz” bulunarak geri gönderilirken, Nazım Hikmet ve Vala Nureddin kabul
edilirler.
O tarihlerde Ankara hükümeti,
Anadolu'daki devrimci kesimleri tasfiye etmekle meşguldür. Vatanın savunulması
için savaşmaya gelmiş bu iki gencin bundan haberi yoktur. Karşılarına çıkanlar,
o sırada tasfiye edilmeye çalışılan sosyalistler olur. İnebolu'da
karşılaştıkları bu kişilere “Spartakistler” denmekteydi. Almanya'da öğrenim
görürken Spartakistler'den etkilenerek sosyalist olmuş bir Türk öğrenci
çevresiydi bunlar. Oysa, Nazım Hikmet ve arkadaşı Vala Nureddin'in İstanbul'dan
yola çıkmadan “kulakları bükülmüştür” bu tür akımlara karşı. V. Nureddin,
yaşadıkları sarsıntıyı şöyle anlatır anılarında: “İnançlarımızda büyük bir
deprem oluyordu, manevi bir sarsıntı geçiriyorduk. İki kutup arasında
bocalamaktaydık. Spartakistlerin aşıladığı sosyalist fikirle ve o güne kadar
kişiliğimizi yoğurmuş bulunan milliyetçi fikirler arasında.”(1)
Nazım Hikmet ve arkadaşlarının
Ankara'ya ulaşması şubat ayını bulur. Mustafa Kemal ile de tanıştırılan Nazım
Hikmet, Ankara'daki kargaşalık, çekişmeler ve çatışmalardan dolayı
düşkırıklığına uğrar. İstanbul'daki Anadolu imajı sarsılmıştır bir bakıma.
Ankara hükümeti, savaşmaya gelen
bu iki genci Bolu'ya öğretmen olarak atar.
İnebolu-Ankara, Ankara-Bolu
yolculukları Nazım Hikmet'i Anadolu gerçeği ile tanıştırır. Bir yanda sosyalist
fikirler, bir yanda yoksul, aç Anadolu insanı. Bu yüzden Bolu'daki öğretmenlik
yaşantıları çok sürmez. Yeni arayışları başlamıştır artık. Annesi onu Paris'e
yanına çağırırken Vala, Almanya'ya öğrenim görmeye gitmeyi önermektedir. Nazım
ise, yönünü kuzeye, Rusya'ya döner. Bolu'da tanıştıkları Ağır Ceza reisi de
sosyalist çıkmış ve bu seçimlerinde onlara katılmıştır. Üç arkadaş, Ağustos
sonlarında Bolu'dan ayrılıp, Eylül başlarında Trabzon'a varırlar. Kentte korku
kol gezmektedir. Mustafa Suphi ve yoldaşları katledileli yedi ay olmuş ve hala
etkisini sürdürmektedir kentte. Bu bile Nazım'ı yolundan çevirmez.
Mustafa Kemal'in mücadelesine
katılmak için Anadolu'ya geçmiş olan Nazım Hikmet’i, Ankara hükümeti ancak
sekiz ay tutabilmiştir. Tanıştığı sosyalist fikirler ve Anadolu insanının hali,
onu başka bir dünyaya doğru yola çıkarmıştır. Nazım 1961 yılında, bir
üniversitede yaptığı konuşmada Sovyetlere geliş amacını şöyle anlatır: “Yoldaş
Lenin'i görmek, ona devrimin nasıl yapıldığını sormak ve ülkeme dönerek bizde
de aynısını yapmak istiyordum”(2)
Nazım ve Vala, sosyalist dünyaya
adımlarını Batum'da atarlar. Kafkaslar o sıralarda daha yeni yeni Bolşevik
iktidarların kontrolüne girmekteydi. TKP'Ii, İttihatçı, Kemalist, her kesimden
insanın faaliyet yürüttüğü bu bölgede, Nazım ve Vala birçok çevreye girip
çıkarlar. Ve TKP'nin geride kalan kadroları ile çalışmaya başlarlar. Bunların
çıkardığı “Kızıl Sendika” gazetesinde faaliyet yürütürler.
Nazım Hikmet; Ahmet Cevat ve
Şevket Süreyya Aydemir'i burada tanır. Milliyetçi ideallerle geldikleri
Kafkaslarda Bolşevik olup TKP'ye giren bu iki insandan Ahmet Cevat, sonraki
yıllarda Mustafa Kemal'in yanına giderek milletvekili seçilecek, Şevket Süreyya
ise Kemalizm ideolojisini kurmaya çabalayacaktır. O yılların atmosferini Vala
şöyle anlatır: “Komünizm fırtınası, önüne kattığı her şeyi, herkesi yerinden
oynattığı gibi Şevket'in bütün ideallerini de alt üst etmişti. Ahmet Cevat gibi
o da Komünist Partisine resmen girmişti.”(3)
1922 ortalarında Nazım, Ahmet
Cevat'ın hocalık yapacağı KUTV'da öğrenim görmek için, Vala ve Şevket Süreyya
ile birlikte Moskova'ya gider. KUTV, Nazım'ın Marksist formasyonunu aldığı okul
olur. Sanatsal anlayışı, siyasal kişiliği bu süreçte gelişir. Kendisi, o
yıllarını şöyle anlatır: “KUTV'da aldığım ve beni adam eden Marksizm
derslerini, o zamanki Sovyet tiyatrosunun projektörleri altında okudum.”(4)
Gerçekten Nazım Hikmet'in bu dönem
ürünleri, Marksist tezlerin ve olayların illüstre edilmesine yöneliktir.
Bu sırada VKP(b)'ye (SBKP) üye de
olan Nazım Hikmet, bir taraftan da TKP'nin legal organı konumundaki
“Aydınlık”ta yazmaya başlar. Nazım, Moskova'ya geldiği ilk zamanlarda,
hatipliği dolayısıyla Troçki hayranı idi. Vala'nın yazdığına göre kısa bir süre
sonra Stalin'in taraftarı oldu. Ama onun asıl özelliği, Lenin'e olan hayranlığı
ve bağlılığı idi. Lenin'in ölümünden çok etkilenir. Vala ile Lenin'in ölümünü
öğrendiklerinde okulun duvarına yaslanıp ağladıklarını ve Vala'nın kendisine
söylediklerini yıllar sonra cezaevinde A. Kadir'e şöyle anlatır: “Nazım'cığım,
dedi, erkekçe söz, memleketime dönünce ömrümün sonuna kadar beraberim seninle,
sözümden dönersem namussuzum.”(5) Vala sözünden dönse de Nazım Lenin'e olan
bağlılığını hep sürdürdü.
1924 ortalarında toplanan
Komintern'in 5. kongresinde TKP'ye önemli eleştiriler yöneltilir. Bunlar,
burjuvazi ile işçi sınıfının işbirliğini istemek ve ulusal burjuvazi iktidarı
aldıktan sonra da ona karşı eski politikayı sürdürmek olarak ifade edilir.(6)
Gerçekten TKP, Mustafa Suphilerin
katledilmesinden sonra devrimci çizgisini kaybeder. Mustafa Kemal'in
reformlarını destekleyen bir çizgiye gelir. Bunun nedeni TKP içindeki
reformistlerin egemenliği idi.
Kendini toparlamak isteyen TKP, 1925
başlarında İstanbul'da illegal olarak 3. kongresini toplar. Nazım Hikmet'in de
Moskova'dan gelerek katıldığı kongrede Komintern'in yönelttiği eleştiriler
tartışılır. Şevket Süreyya ve Vedat Nedim (Tör), ulusal burjuvaziyi destekleme
ve Komintern'den bağımsız hareket etme çizgisini savunurken, Şefik Hüsnü,
Kemalizm konusunda onlara katılırken, Komintern'e bağlı bir politikayı savunur.
Nazım Hikmet'in tavrı bilinmemesine karşın, sonraki dönemde izlediği çizgiye
bakarak, onun, Mustafa Suphi yolunda devrimci çizgiyi savunduğu tahmin
edilebilir.
Kongrenin ardından Nazım, partinin
illegal matbaasını kurmak ve örgütleme çalışmaları için İzmir'e gider. İzmir'de
olduğu tarihlerde doğuda Şeyh Sait ayaklanması başlar. TKP bu olayda hükümeti
destekler. Buna rağmen 4 Mart'ta çıkarılan Takrir-i Sükun kanunu ile TKP'ye
yönelik bir tevkifat da başlar. Tutuklamaların başlaması üzerine İzmir'de
barınma olanağı kalmayan Nazım, İstanbul'a döner. Tevkifatın genişlemesi
üzerine İstanbul'da da çember daralır ve Nazım daha bir yılını doldurmadan
Sovyetler'e döner.
1925 tevkifatı sonucu açılan
davada, gıyabında yargılanan Nazım Hikmet, 15 yıl hapis cezası alır. Bu
tevkifattan ve verilen cezalardan ürken Vala partiden ayrılacak ve gazeteciliğe
başlayacaktır.
Nazım Hikmet'in 15 yıl hapis
cezasından sonraki ruh halini, gazeteci olarak geldiği Sovyetler'de onunla
görüşen Vala'dan öğrenebiliriz. Nazım'dan, aktif siyasetten çekilmesini ve
bunun sonucu kendisine açılacak kapıları anlatan Vala, Nazım'ın tepkisini şöyle
anlatır: “Kendisinde derhal başlaması gereken bir misyon görüyordu. Mahkum
olduğu Türkiye'ye dönememekten üzülüyordu. Bense ona çapına göre mücadele
diyordum.”(7)
Nazım'ın derhal başlamayı
düşündüğü misyon neydi? Elbette, bir üyesi olduğu partinin devrimci bir çizgiye
çekilebilmesi idi. 1925 Tevkifatının yaralarını sarmak için 1926'da Viyana'da
bir konferans toplanır. Konferansta parti içindeki ayrışmalar netleşir. Şevket
Süreyya-Vedat Nedim ekibi partiyi Kemalizmin soluna çekmeye çalışıyor ve
Komintern'den bağımsız hareketi istiyordu. Nazım'ın bu konferansta Leninci
ilkeleri savunduğu belirtilmektedir. (8)
Viyana konferansından bir yıl
sonra parti içindeki tartışma, Katib-i Umumi Vedat Nedim'in parti evrakı ile
polise teslim olmasıyla sonuçlanır. 1927 tevkifatı olarak bilinen bu dava dan,
Vedat Nedim'in ihbarı ile Nazım gıyabında üç ay ceza alır.
1927 tevkifatının etkili sonuçları
olur. Genç burjuvazi, partiyi tepeden teslim aldığı için verilen cezalar hafif
tutulur. Teslim olanlar Kemalizm’in ideologluğuna soyunurlar. Tevkifat, parti
içinde Nazım Hikmet'i öne çıkarır. 1927 tevkifatının ardından Nazım Hikmet
yurda dönmeye karar verir.
1928 Temmuz sonunda, sınırı
illegal olarak geçerken İsmail Bilen ile Hopa'da yakalanır ve tutuklanır.
Sınırı pasaportsuz geçmek yüzünden Hopa'da, TCK'nun 146. maddesi nedeniyle de
Rize'de idamla yargılanır. (9) 146'dan beraat eden Nazım İstanbul'a getirilir.
1925 yılında gıyabında verilen 15 yıl hapis cezasına itiraz eder ve yeniden
yargılanmayı ister. Ankara'da yeniden görülen davadan 15 yıl hapis cezasından
kurtulur, 1927 tevkifatından aldığı ceza onanır. Bu süreyi de yatmış olduğu
için tahliye olur. Nazım, 31 Temmuz ile 23 Aralık tarihleri arasında Hopa,
Rize, İstanbul ve Ankara hapishanelerinde altı ay hapis yatmıştır.
Tahliye olan Nazım Hikmet 1928'in
son günlerinde İstanbul'a gelir. Bu süreçte babası, oğlu komünist diye işten
çıkarılmıştır. Eski arkadaşlarının çoğu artık ''yoldaş” değildir.
Bu koşullar altında Nazım,
Zekeriya Sertel'in çıkardığı “Resimli Ay” dergisinde musahhih (düzeltmen)
olarak işe başlar. Çok az üyesi ile faaliyet yürüten TKP, 1929 yılında uğradığı
tevkifat ile bütün kadrolarını kaybeder.
Nazım Hikmet'in 1929 başlarında
başlattığı siyasal-sanatsal atak, devrimci hareketin yeniden canlanmasını
sağlar. Pavli adasında bir toplantı düzenlenir. Bu toplana, her ne kadar kongre
olarak değerlendirilmiş ve TKP'ye muhalefet olarak görülmüşse de, bugünden
bakıldığında daha çok TKP'yi canlandırmak ve devrimcileştirmek için yapılan bir
mücadele izlenimi bırakmaktadır.
Resimli Ay'a musahhih olarak
alınan Nazım Hikmet'in, bir süre sonra şiirleri gözükür dergi sayfalarında.
Ardından burjuva sanat anlayışına cepheden bir saldırı başlatılır. İdeolojik
olarak da desteklenen bu saldırı, burjuva çevreleri şaşkına çevirir. Giderek
Resimli Ay dergisi Nazım Hikmet'in bir siyasal organı konumunu kazanır.
Zekeriya Sertel bu süreci şöyle anlatır: “Nazım Resimli Ay'a tayfasıyla beraber
gelmişti. Eski yeni ne kadar solcu arkadaşı varsa, peyk gibi etrafında dolaşır,
hemen her gün matbaaya uğrarlardı.” (10) Nazım Hikmet'in siyasal ve edebi
çevrelerde yaptığı bu etki, ABD elçisinin ülkesine gönderdiği rapora bile konu
olur. (11)
1929 yılında Nazım Hikmet'in “835
Satır” ve “Jakond ile Si-Ya-U” adlı kitapları yayımlanır. Yine bir ilke imza
atar: Şiirlerini plağa okur. Plak, kitleler üstünde etkili olunca hükümet
tarafından yasaklanır. Nazım plağın etkisi için “yirmi beyanname yayınlasam bu
kadar işçiye okutamazdım”(12)der.
Nazım Hikmet'in etkili
çalışmalarının karşısına, 1930 yılında partinin Moskova'dan gönderdiği Hasan A.
Ediz çıkar. Nazım Hikmet'in faaliyeti, partinin kontrolünü elinde tutan
reformist kanadı harekete geçirmiştir. Tam yetki ile hareket eden H. A. Ediz, Nazım
Hikmet'in hareketine karşı “polis”, “Troçkist” vs. suçlamalarla harekete geçer.
Bu H. A. Ediz, Nazım Hikmet 'in uzun hapis cezasına çarptırılacağı 1938 yılında
Milli Emniyet'e gidecek ve siyasi faaliyeti bıraktığını açıklayacaktır.'(13)
H. A. Ediz, çıkarttığı illegal
yayınlarda Nazım Hikmet ve arkadaşlarının partiden ihraç edildiklerini açıklar.
Bu kararlar için Nazım Hikmet'in tavrı devrimcidir: “Parti kimsenin babasının
çiftliği değildir... Partiye kendim girdim. Beni kapıdan kovarlarsa bacadan
girerim.”(14)
Nazım 1931 yılında, yayımlanan
kitaplarıyla ilgili yargılanmaya başlar. Komünizm propagandası ithamlarına
karşı siyasi savunma yapar. “İddianame'de 5-6 esas vardır. Bunların başında,
benim komünist şairi olduğumu ilan etmekliğim cürüm telakki edilmektedir. Evet,
ben komünistim, bu muhakkaktır, komünist şairim ve daha esaslı komünist olmaya
çalışıyorum”(15) Nazım bu davada beraat eder.
1932 yılında Darülbedayi'de
oyunları yasaklanır. Buna gerekçe, oyun çıkışları halkın nümayiş yapmasıdır.
1933 yılında Nazım Hikmet aleyhine üç dava açılır. 18 Mart'ta tutuklanan Nazım,
Bursa'daki davada gizli TKP'nin lideri olduğu için idamla yargılanır. Bu
davadan beş yıl hapis cezası alır ve tahliye olacağı 1934 yılına kadar hapis
yatar. Nazım Hikmet, hapisten çıktıktan sonra etkili faaliyetini çeşitli dergi
ve gazetelerde sürdürür. Avrupa'da yükselen faşizm ve onun ülkemizdeki etkileri
üzerine, asıl faaliyetini buraya ayırır.
Komintern 1936 yılında TKP ile
ilgili desantralizasyon kararı alır. Bu kararla TKP, bir tür kendini feshediyor
ve CHP ve diğer kuruluşlar içinde antifaşist mücadeleyi oluşturmaya
sevkediliyordu.
Nazım Hikmet'in anti-faşist
mücadelesi yapıtlarına da yansır. “Taranta Babu'ya Mektuplar”, ırkçılığı
eleştiren romanı “Kan Konuşmaz”, “Sovyet Anayasası”, “Alman Faşizmi ve
Irkçılığı” bu türde yapıtlarıdır.
“Simavna Kadısı Oğlu Şeyh
Bedreddin” de bu dönemde çıkar. Nazım, bu kitabıyla tarihe sınıfsal açıdan
yaklaşır ve devrimci hareketin ulusal köklerine uzanır. Nazım, bu kitabı için
kendisine yöneltilen “milliyetçi” suçlamalarına karşı, Lenin'in “Büyük Rusların
Ulusal Gururu Üstüne” broşürünü, “Milli Gurur” ismiyle kendi imzasıyla
yayımlar.
1936 yılında Nazım Hikmet, Dr.
Hikmet Kıvılcımlı ile beraber tutuklanır. Suçlama yine aynıdır. “Polisin
düzenlediği ve mahkemeye gönderdiği tutanağa göre, Nazım Hikmet'in
başkanlığında, komünistliğe tahrik amacına yönelik bir gizli cemiyet kurulduğu
iddia ediliyordu.” (17) Nazım Hikmet bu polis komplosu nedeniyle üç ay hapiste
kalacak, sonra beraat edecektir. 1937 yılında Nazım Hikmet Ankara'ya çağrılır.
Şimdi Kemalist saflara geçmiş eski yoldaşı Şevket Süreyya onu Şükrü Kaya ile
görüştürür. Ş.Kaya Nazım'a Ankara'da kalmasını ve kendi saflarında faaliyet
yürütmesini önerir. Nazım bu teklifi reddeder.(18)
Bu, Kemalistlerin ilk teklifi
değildir. Birçok kez onu saflarına katmak için cazip tekliflerde bulunmuşlardı.
Bunlardan biri de Necip Ali aracılığıyla yapılmıştı. Hapishanede Nazım'la
yaptığı görüşmeyi Niyazi Berkes'e şöyle anlatacaktır Necip Ali: “Azizim,
...konuştum, konuştum, diller döktüm. Her türlü vaatlerde bulundum. Onu ne
pahasına olursa olsun kazanmalıydık (...) Onu kazanabilseydik hem büyük bir
şair kazanırdık hem de komünistliğini yok ederdik. (...) Azizim, bana mısın
demedi. Kaya gibi adam. Hiçbir menfaat karşısında eğilmeyecek bir adam. Niyazi,
bizde öyle adam yok.”(19)
İstanbul'a dönen Nazım Hikmet
çalışmalarını sürdürür. 1936 desantralizasyon kararından sonra etkili devrimci
hareketlilik yaratan tek o kalmıştı. Teklifi geri çevrilen rejim ise onu
tasfiye etmeye karar vermişti. Özellikle şiirlerinin Harbiye'ye kadar sızması,
orada taraftarlarının oluşması bu süreci hızlandırdı. Bu Harbiyelilerden biri
olan A. Kadir, anılarında Nazım'ın o yıllarda üzerindeki etkisini açıkça
belirtir. Harbiye öğrencilerine yönelik tevkifat başlayınca, Nazım, bunun
ucunun kendisine geleceğini farkeder. Çünkü Harbiyeli öğrencilerin onunla
görüşme girişimleri olmuştu ve o bu girişimleri kuşkuyla karşılamıştı.
Harbiyeli öğrencilerin tutuklanmasından bir süre sonra Nazım Hikmet 18 Ocak
1938'de tutuklanır. Öğrencilerden işkence ile Nazım aleyhine ifadeler alınır.
Bu ifadelere dayanılarak hazırlanan iddianameyle dava 15 Mart'ta başlar.
Komünist olduğunu savunan Nazım Hikmet, öğrencilerle ilişkisi olmadığını
belirtir. Kısa süre sonra verilen kararla Nazım Hikmet, orduyu isyana teşvik
etmek suçlamasıyla 15 yıl hapis cezası alır.
Nazım Hikmet'in Ankara'da 15 yıl
hapis cezasına mahkum olduğu günlerde bir dava da İstanbul'da başlar. Nazım'ı
Ankara'da Kemalist saflara ikna etmeyi başaramamış olan Adalet Bakanı Şükrü
Kaya'nın emri ile Nazım Hikmet İstanbul'daki dava için oraya götürülür.
İstanbul'da bir denizaltıya konan Nazım, olup bitenlerden şaşkındır.
Ankara'daki davanın iddiası
İstanbul'da da tekrarlanır. Bu kez de Nazım'ın kitaplarını okuyan bahriyeliler
vardır. Onlardan alınan ifadelerle açılan bu dava “Donanma Davası” olarak
tarihe geçecektir. Davada Nazım ile beraber Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal
Tahir de yargılanmaktadır. Ankara'daki davada sergilenen komedi, İstanbul'daki
davada trajediye dönüşür. Erkin Denizaltısı'nda Nazım Hikmet'i kurşuna dizme
senaryoları düzenlenir. Donanma davasında açıklanan karar ile Nazım Hikmet 20
yıl, Dr. Hikmet ile K. Tahir 15 yıl hapis cezası alırlar.
1938 yargılamaları için
hukukçular, adli bir hata yapıldığını ve bu davaların uydurma olduklarını
söylemektedirler. Bu, elbette doğrudur. Ancak bu yargılamalar siyasal açıdan
anlaşılırdır. Bu yargılamalar, Nazım Hikmet'in 1929-1938 arası siyasi faaliyetinin
bir bedelidir; haksızdır, hukuken sakattır ama siyasal olarak bir tasfiye
etmedir. Nitekim, kendisiyle Ankara'da görüşmüş ve onu kazanamamış fi. Kaya bu
yargılamaların sonucu ile ilgili şöyle diyecektir: “Asi şair damgasını vurup,
Nazım'ı serbest bırakamazdık. Kalabalıklar üzerinde müessir oluyordu.”(20)
Nazım Hikmet'e haksız yere verilen
cezalar üzerine, ailesi çeşitli girişimlerde bulunur. Dayısı Ali Fuat Cebesoy,
Nazım'ı cezaevinde ziyaret eder. Bu girişimlerin sonucu, Nazım Hikmet imzası
ile Mustafa Kemal'e yazılan bir mektup olur. Nazım'ın çizgisine uymayan ve
içinde af dileği bulunan bu mektup Mustafa Kemal'e ulaşmayacaktır. Ancak bu
girişimler yine de bir sonuç verir. Nazım Hikmet ve Dr. Hikmet 1939 ortalarında
altı ay şartlı olarak tahliye edilirler. Hiç kuşkusuz bu, yeniden hapse
girmemek için iyi bir imkandı.
Tahliye olan Nazım Hikmet parti
yetkililerine başvurur. Ancak parti ne onları saklamayıfi ne de yurtdışına
çıkarmayı kabul eder.(21) Dr. Hikmet'in bireysel kaçma teşebbüsü yakalanma ile
sonuçlanır ve Nazım Hikmet ile Dr. Hikmet yeniden cezaevine girerler.
Hitler ordularının faşist
saldırılarına başladığı zamanda Nazım cezaevindedir. İstanbul'dan Çankırı'ya,
oradan da 1940 sonlarında Bursa Cezaevi'ne gelir. Nazım gibi bir kavga adamı
dört duvar arasında ne yapacaktır? Bir mektubunda iç dünyasını şöyle aksettirir:
“Yaşamak benim için sadece bir vazife oldu. Ve işte bundan dolayı da korkunç,
kahrolası bir kuvvete ulaştım; taşın, demirin, kuru tahtanın kuvveti.”(22)
Cezaevindeki zamanını, dövüşenlerin safında çalışmalarına ayıracaktır.
“...Yazdıklarımla ölçüşemeyecek kadar mükemmel şeyler yazmak, dövüşür gibi
yazmak vazifemdir. Dövüşte yapılan vazife ise gurur filan gibi şeylerden uzak,
sadece vazifedir.”(23)
Nazım Hikmet'in bir vazifesi de,
cezaevindeki gençleri yetiştirme, onları devrimci harekete kazanma kavgasıdır.
Orhan Kemal, A. Kadir, Balaban, K. Tahir gibi birçok sanatçının yetişmesine
katkıda bulunur. Bu arada yazdığı şiirler çeşitli yollarla dışarı çıkarılır,
takma isimlerle dergilerde yayınlanır.
Faşizmin bütün dünyada
yenilmesinden sonra Türkiye'de de çeşitli gelişmeler yaşanır. Demokrat Partinin
kurulmasından yararlanan sosyalistler, Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye
Sosyalist Emekçi Köylü Partisi'ni kurarlar ancak burjuvazi bu iki partinin hızla
büyümesinden ürker ve onları kapatır. Sosyalist partilerin kapatılmasına karşın
faaliyetler sürdürülür. Bunun bir cephesi de 1948 yılından başlayarak Nazım
Hikmet'i hapisten kurtarma kampanyası olur. Ülke içinde ve dışında geniş destek
bulan bu kampanyaya ilerici, yurtsever, demokrat ve devrimci aydınlar destek
verirler. Çeşitli baskılarla karşılaşmasına karşın, kampanya toplumda geniş bir
yankı bulur. Devletin bu kampanyaya ilgisiz kalması üzerine Nazım Hikmet açlık
grevine başlar. “Ben açlık grevine, bir yeisin, herhangi bir yeisin neticesi
değil, bir hak aramanın son imkanı olarak yatacağım”'(24) Açlık grevi etkili
olur ve 1950 seçimlerinin ardından parlamento genel af çıkarır.
Nazım Hikmet 15 Temmuz 1950' de
tahliye olsa da, özgürlüğüne kavuşamamıştır. 12 yıl hapislikten sonra dışardaki
hayata adapte olmaya çalışan Nazım'ın üzerinde geniş bir polis terörü
estirilir. Amaç, bir yolunu bularak Nazım Hikmet'i yeniden hapse koymaktır. Bu
amaçlarına, Nazım'ı askere alarak ulaşmak isterler. Oysa Nazım, Bahriye
Mektebi'ni bitirmiş, güverte subayı olmuş ve sağlık gerekçesiyle ordudan ihraç
edilmiştir.
Sivas'ın Zara ilçesine er olarak
sevki çıkan Nazım Hikmet, askerliğini yaptığını kanıtlayabilmek için bir hafta
süre alır. Böyle bir belge alamayacağını bilen Nazım'ın amacı, ülke dışına
çıkmaktır.
Gerekli irtibatları kuran Nazım
Hikmet, polisi de atlatarak 19 Haziran 1951'de bir hız motoru ile İstanbul'dan
ayrılır. Önce Romanya'ya, oradan da Moskova'ya ulaşır. Havaalanında TASS
Ajansına verdiği demeç günlerce radyodan yayımlanır: “Bana yapılan bu karşılamayı
şahsıma almıyorum. Ben de sizlerden biriyim. Bu karşılamayı Türk halkına
yapılmış sayı- yorum.” Ve ardından Stalin'i över: “Stalin benim için çok
mühimdir. Gözümün ışığıdır. Fikirlerimin kaynağıdır. Beni o yarattı. (...) O
yalnız bütün dünyanın en büyük adamı değil, şahsen bana aydınlık veren en büyük
kaynaktır.”(25)
Nazım Hikmet'e Sovyetler
Birliği'nde çok önem verilmiş, birçok imkan sağlanmıştır. Oyunları çeşitli
tiyatrolarda defalarca oynanmış, birçok uluslararası toplantıda devrimci
sanatçı kimliği ile sosyalizmi temsil etmiştir. Nazım Hikmet'in Sovyetler
Birliği'nde bulunan TKP Harici Büro'daki siyasi faaliyeti çok sınırlı
kalmıştır. Bunda TKP'nin başında bulunan reformist kliğin etkisi olduğu kadar,
onun 1930'lardaki muhalif faaliyetinin de payı olmuştur. Yine de Sovyetler
Birliği'nde geçen dönemi, İsmail Bilen ile çatışmalar ve çekişmelerle
geçmiştir. Özellikle eski yoldaşlarının İ. Bilen tarafından tasfiye edilmiş
olmasına karşı savaş açmış ve bu alandaki tahribatı gidermeye çalışmıştır.
Nazım Hikmet yurtdışına çıktıktan
hemen sonra 1951 Tevkifatı olarak bilinen geniş tutuklama operasyonu
gerçekleşir. TKP ile ilgisi olmayanların da cezaevlerine doldurulduğu bu
tutuklamalar, devletin Nazım Hikmet'in özgürlük kampanyasına karşı bir misilleme
olduğu düşünülebilir.
Nazım Hikmet'i ömrünün son
yıllarında etkileyen en önemli olay, Küba Devrimi oldu. Küba'ya gittikten sonra
yazdığı “Havana Röportajı” ve şiirinde doruk noktası olan “Saman Sarısı”, bu
etkiyle yazıldı. Zekeriya Sertel, Nazım'ın bu görüşlerini şöyle anlatır: “Nazım
Hikmet Castro'ya bayılırdı. Küba önderi tam Nazım'ın hayal ettiği devrim
kahramanıydı. Onun gibi olmak isterdi. Ve olamadığına üzülürdü. Castro'nun
hayatını ve savaşımını dikkatle izliyor, günden güne ona olan hayranlığı
artıyordu.”(26)
3 Haziran 1963'te öldü. Öldükten
sonra Türkiye'de devrimci hareket önemli atılımlar yaptı. Devrimci hareketin
öncüleri, sol hareketin uzun atalet dönemini, ülkenin dağlarına çıkarak
kırdılar. Ölümünden bir süre önce dile getirdiği duyguların, bir gün gelip
gerçekleşeceğini elbette biliyordu: “Ülkemden ayrılmakla hata ettim. Dağlara
çıkmak ve çetecilik yapmak gerekirdi. Halkının geleceği için mücadele eden
insanın halkıyla canlı bir bağ içinde olması gerekir. Bugün gerçekçi olan tek
yol budur. Öldürülürdük. Fakat ne çıkar bundan? Birkaç yüz şiir daha az
yazılmış, ne önemi var bunun?..”(27)
NOTLAR
1- Vala Nureddin, Bu Dünyadan
Nazım Geçti, Remzi Kitabevi, 1965, İst., sf. 69
2-Ekber Babayev, Yaşamı ve
Yapıtları ile Nazım
Hikmet, Cem Yay., 1976, İst., sf.
69
3-V. Nureddin, age, sf. 238
4-E. Babayev, age, sf. 307
5-A. Kadir, 1938 Harp Okulu Olayı
ve Nazım Hikmet, Hilal Mat., 3. basım, 1977, İst., sf. 142
6-Mete Tuncay, Türkiye'de Sol
Akımlar-H. Belgeler, BDS Yay., 1991, İst., sf. 559
7-V. Nureddin, age, sf, 383
8-İsmail Bilen, Çetin Savaş, Konuk
Yay., 1978,
İst., sf. 27
9-Atilla Coşkun, Nazım'ın
Davaları, Cem Yay.,
1989, İst., sf. 44
10-Zekeriya Sertel,
Hatırladıklarım, Gözlem Yay., 3. basım, 1977, İst., sf. 160
11-M. Tuncay, Türkiye'de Sol
Akımlar (1925-1936), BDS Yay., 1992, İst., sf. 78
12-Sabiha Sertel, Roman Gibi,
Belge Yay., 2. basım, 1987, İst., sf. 121
13-Emin Karaca, Nazım Hikmet’in
Şiirinde Gizli Tarih, Belge Yay., 1992, İst., sf. 137-138
14-Rady Fish, Nazım'ın Çilesi,
Ararat Yay., 3.ba-sım, 1975, İst., sf. 317
15-A. Coşkun, age, sf. 64
16-E. Babayev, age, sf. 184-185
17-A. Coşkun, age, sf. 108
18-Yalçın Küçük, Aydın Üzerine
Tezler, Tekin Yay., 1986. İst., 4. cilt, sf. 27
19-Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar,
İletişim Yay., 1997, İst.-sf. 82-83
20-V. Nureddin, age, sf. 395
21-Orhan Cemil, Bir Komünist:
Nazım Hikmet, Devrim Dergisi, sayı. 20, 1993, İst., sf. 41-42
22-Nazım Hikmet, Bursa Cezaevinden
Va-Nu'lara Mektuplar, Cem Yay., 1986, İst., sf. 271
23-Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e
Mapushane-den Mektuplar, Bilgi Yay., 2. basım, 1975, İst., sf. 121
24-Kemal Sülker, Nazım Hikmet'in
Gerçek Yaşamı, Yalçın Yay., 1989, İst., 6. cilt, sf. 154
25-Fethi Tevetoğlu, Türkiye'de
Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, 1967, Ank., sf. 469
26-Zekeriya Sertel, Nazım
Hikmet'in Son Yılları, Milliyet Yay., 1978, İst., sf. 236
27-Vera Tulyakova Hikmet, Nazım'la
Söyleşi,
Cem Yay., 1989, İst., sf. 133
Bu Yazı Tavır Kitapları, Onurlu
Aydın Biyografileri - 1 Kitabından Alınmıştır.